Bu hafta Uniq Tatbikat Sahnesi'nde Fransız felsefeci ve yazar Marquis de Sade'ı oynayacaktı Burak Sergen. Ancak, oyunun genel yönetmeni Erdal Beşikçioğlu son anda galayı iptal etti. Burak Sergen'in oyundan çıkarıldığını ve bu rolü kendisinin oynayacağını söyledi. Oyundan çıkarıldığını gazetelerde okuyan Sergen de tepkisini yine aynı yolla verdi. Beşikçioğlu'nun ego sarmalı içine girdiğini belirterek "Daha o yokkken ben sahnedeydim, rolü çok beğendi kendisi oynamak istiyor" dedi.




Faşizan hareketler bunlar




Erdal Beşikçioğlu ise "Bazen tiyatro sahnesinde böyle faşizan bir hareket uygulamak gerekir" diye yanıt verdi. Sergen'in büyümemiş bir çocuk olduğunu söyledi, dizi çekimleri yoğun olduğu için toplantıya gelmediğini ve oyundan çıkarıldığını gazeteden öğrenmek zorunda kaldığını belirtti. Her ikisinin açıklamalarını da okuyunca "Bu işte bir samimiyetsizlik var" dedim. Konuya vakıf bir arkadaşımı arayıp "Nedir işin aslı" diye sordum. İşin aslı şu, Sade çok bıçak sırtı bir karakter. 30 yıla yakın hapishanede, 13 yıl akıl hastanesinde yaşamış. Düşünsenize ‘sadizm' bile adamın adından geliyor.




Beşikçioğlu'nun hatası




Çok dikkat etmek lazım bu sert ve pornografik karakteri canladırırken. Son ana kadar bu sıra dışı karakter, sahnede diğer oyuncularla tam bir uyum içinde olsun diye beklemiş Beşikçioğlu. Genel provalarda (ki işin son halini aldığı yer) bakmış ama olmamış. O da "Abi" diye hitap ettiği Sergen'e, "Biraz daha küçük oyna" diyememiş anladığım kadarıyla ve son anda oyunu iptal etmiş. Hatası şu ki bunu Sergen'den önce o akşam buluştuğu bir gazeteciye söylemiş. Niye bu rolü kendi almış: 4 aydır genel yönetmenliğini yaptığı oyundaki role hâkim. Yeni birini alıp dört ay daha çalışmaktansa bir ay içinde oyunu istediği kıvama getirip sahneye koyabileceğini düşünüyor...




Pardon, siz ne okuyorsunuz?




Türkiye'de duymayan kalmadı herhalde Funda Özkalyoncuoğlu'nun ‘Kürk Mantolu Madonna' hakkındaki yorumunu. Günlerdir astık, kestik, yerden yere vurduk Funda'yı. Bir gazetenin internet sitesi ise aynı gün ‘Ortamlarda rezil olmamak için okumanız gereken 25 kitap' başlığıyla bir derleme yapmış. Okuduğuma inanamadım. Kitabı ‘ortamlarda rezil olmamak'a indirgeyen zihniyete ben ne diyeyim?




Pamuk'u sevmem




Okuyalım okumasına da, anlayarak okuyalım. Kitap, ortamlarda rezil olmamak için değil, farklı hayatlara kapı aralamak, değişik bakış açıları geliştirmek, kendine bir katkıda bulunmak, öğrenmek, anlamak, farkında olmak için ve keyif alınarak okunur. Listede Orhan Pamuk'un ‘Kara Kitap'ı var mesela. Okumadım, okumayacağım çünkü Orhan Pamuk'u sevmiyorum. Çok mu rezilim, çok mu cahilim, o zaman öleyim...




Kişi başına sekiz kitap




Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıklamasına göre, ülkemizde kişi başına düşen kitap sayısı ortalama sekiz. Bu da demek oluyor ki, herkes okumuş Sabahattin Ali'nin bu büyük eserini. Kalan yedi herhalde Uğur Koşar'ın filan içinde olduğu bir ‘seçki'. Aksi takdirde "Bir kadın evinden süslenip çıkıp kaç erkeğin şehvetini tahrik etmişse o kadar erkekle zina yapmış gibidir" diyen ve bunu da hadis gibi sunan il milli eğitim müdürü Mahmut Bayram'a herkes "Hadi oradan" diyebilirdi. Bayram'ın hadis diye ortaya sunduğu, İncil'den alıntıdır ve gerçeği de şudur "Fakat ben size derim ki, bir kadına şehvetle bakan her insan, zaten içinden onunla zina etmiş demektir" (Matta V; 28) Yani kadına değil, erkeğedir bu sözler. Bunu bilmek için İncil'i okumanıza gerek yok, kitap ve edebiyat âşığı memleket insanı bu sözlerin Tolstoy'un unutulmaz eseri ‘Kadının Ruhu'nun başlangıcında olduğunu da biliyordur mutlaka...




Ateş et ve unut




Cem Yılmaz'ı galada gören gazeteciler bir işini soruyor, bir de aşk hayatını. Yılmaz da diyor ki "Başka sorunuz yok, hep aynı şeyler." Hayır, ne soracaklar merak ettim. Mesela Musul'u mu? Son yıllarda yaptığı işlerden çok özel hayatı ile gündemde olan Yılmaz, Ebru Şallı'yı soran gazeticilere Mustafa Sandal'ın şarkısı ‘Ateş Et ve Unut' ile cevap vermiş, çok da ayıp etmiş. Ayıbın ötesinde, artık dışına da vuran duygusuzluğunu çok net ifade etmiş.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR