Sizin de o tip arkadaşlarınız vardır, hani sıktığı palavralara o kadar itibar göstermezsiniz ki, cümlesi bitsin, yeter ki konuyu kapatsın diye sadece dinler, inanmış gibi yaparsınız. Pop ve rock dünyasının bazı isimlerinin hali de artık bu yöne kaymaya başladı. Ucu MTV ödül töreninde aday olduğumuz döneme dayanan ‘tık manyaklığı’ günümüzde izlenme oranları konusunda hava atmakta kullanılıyor. O dönem hatırlarsınız, MTV’ye aday olan her Türk ismi ödülü kucaklıyordu. Hakkıyla alanın yanı sıra, bilgisayar programları sayesinde ödülü alanlar dedikodu olarak konuşulur durur, hiçbir zaman ortaya çıkmazdı. Bu yüzden Youtube’un MÜYAP kanalındaki 261 milyon tıklamayı usulsüz bularak sildiği haberi gündeme düşünce bir umutlandım. Oh be, sonunda hiç hak etmeyen isimlerden “Klibimiz ilk üç günde 5 milyon izleyici kazandı” gibi gerçekliğine sadece gülebileceğimiz e-mailler almayacaktım. Ama konu hakkında MÜYAP tarafının açıklaması hiç de tatmin edici olmadı. Tabii ki neredeyse tamamı firma sahiplerinden oluşan bir kurulun kendini ya da diğer yapımcıları ispiyonlamasını beklemiyordum. Fakat konu hakkında elle tutulur sonuçlar gerekliydi! Dünya sıralamasında ikinci sırada olduğumuzu nasıl söyleyebiliyorlar, ben bu konuya hâlâ inanamıyorum.
Tek dileğim açıklamada bahsedilen araştırma komisyonunun bir an önce kurulması ve bu konulara açıklama getirmesi. Madonna’nın son single’ı ‘Turn Up The Radio’ 7.5 milyon izleyicide kalmış ama bizde kimsenin 10 milyonun aşağısında izlenme sayısı olmaması nasıl mümkün oluyor? Dünya çapında en popüler isimlerden biri Lady Gaga’nın videosu zar zor 35 milyonu bulurken, sadece Türkiye odaklı bizim starların 30 milyon izlenme sayılarıyla övünmesi nasıl oluyor? Ülkenin neredeyse yarısının evinde bilgisayar var ve Youtube kullanıcısı olarak aynı şarkıda birleşiyorlar öyle mi? Dediğim gibi, birilerinin artık bunları açıklaması lazım, yoksa iş palavracı arkadaşın ötesine geçecek!
Gel-git dalgası
Paris her zaman tatil için seçilen rotaların başında gelir gelmesine de, şehrin parıltılı büyüsüne ve alışverişe kapılıp yakınlarda ne var incelemez insan. Fakat ben bu sene uzun süreli bir Paris seyahati planlayınca çevresinde ne var ne yok araştırmaya başladım. Ve kiraladığımız arabayla yaklaşık 3 saatlik bir yolculuktan sonra fotoğrafta görülen müthiş Mont Saint Mitchel-Adası’nı keşfettim. Normandiya bölgesinde yer alan ve bir labirenti andıran iç yapısıyla Ortaçağ mimarisine ait izler taşıyan buada, karaya ince bir yol ile bağlı. Dönemin yaşamı gözünüzde canlansın diye isterseniz at arabalarıyla adaya giriş yapabiliyorsunuz ama yaklaşık 25 kişiyi 2 tane atın çektiğini sonradan fark edip bu kısa yolculuk için pişman olmuştum doğrusu. Adaya şato kapısından girdiğinizde sanki başka bir boyuta geçmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Fazlasıyla turistik olduğu için daracık taş merdivenlerle içeriyi dolaşmak biraz zor olsa da içeridekimüzelerin, şapellerin, mezarlıkların ve restoranların her birini incelemeden dışarı çıkmak istemiyor canınız. Adanın
meşhur Normandiya usulü omleti bana fazla yumurtalı ve kremalı gelse de çekilen denizin yarattığı müthiş görüntüye karşı yemek yemek bir hayli enteresandı. Sadece 44 kişinin sürekli yaşadığı adaya gelen turist sayısı milyonları buluyormuş. Milyonlardan biri de siz olmalısınız.
Ne istediniz merdivenlerden?
Bu sıkıcı günlerde Cihangir’de rengârenk boyanan merdivenlerin fotoğrafı düşüyor gündemimize. Renk geliyor aslında gri olan hayatlarımıza. Huzuruna, saygılı yaşamına özendiğimiz yabancı şehirlerdeki gibi modern bir sokak sanatına kavuşmanın heyecanı sarıyor içimizi. Benim aklımdan ilk “Turistler burada fotoğraf çektirir, al sana İstanbul’a gelmek için bir neden daha” cümlesi geçiyor. Derken merdivenlerin yine eski rengine, griye boyandığı haberi geliyor. LGBT gökkuşağının üstü kapatılıyor bir şekilde. Tamam, her eline fırçayı alan kamusal alanları boyamaya başlamasın ama bir kere olsun “Madem istediniz böyle kalsın” denilemez miydi?