-Rahmi Bey, 86 yaşında olmanıza rağmen çok hareketlisiniz. Bu dinamizminizi neye borçlusunuz?




Bir defa sağlığıma dikkat ediyorum. Muntazaman spor yapıyorum. Bazı insanlar sporu bütün hafta bekler, Cumartesi Pazar zorlarlar. Oysa ben Cumartesi, Pazar dahil her gün spor yaparım. Her gün 700 metre ile 1 kilometre yüzerim. Haftada üç gün plates yaparım. Onun dışında gece iki buçukta kalkar bir saat 'tread mill' (koşu bandı) yaparım, lobut çeviririm. Ondan sonra da sırt üstü yatarak göbek inceltme hareketleri yaparım. İşimiz icabı ben çok uyku uyumayı sevmem, az uyku yetiyor bana. Dolayısıyla sabah yedide kalkarım. Dokuz buçukta ofise gelirim akşam sekiz buçuğa kadar çalışırım.




-Günde kaç saat uyuyorsunuz?




On ikide yatarsam iki buçukta kalkıyorum, iki buçuk saat. Ondan sonra üç buçukta yatıyorum yedide kalkıyorum.




-Yani geceleri toplam 6 saat uyuyorsunuz, peki gündüzleri uyuyor musunuz?




Gündüz uykusunu hiç aksatmam. Umumiyetle öğlen yemeğinden sonra yatarım. Eskiden soyunup 15 dakika kendimden geçerdim. Kalp ameliyatından sonra bunu bir saate çıkardım. İki elim kanda olsa o uykuyu mutlaka uyurum. Bunu, bu sistemi Churchill İsmet Paşa’ya tavsiye etmiş, İsmet Paşa Vehbi Koç’a anlatmış “Sen de yap böyle...” diye. O da yapardı. Vehbi Koç mösyö Burla’ya, Eli Burla’ya aktarmış, o da bana söyledi ben de o zamandan beri devam ediyorum. Neredeyse 50 senedir gündüz uykusuna yatıyorum ve tavsiye ederim. Günü ikiye böler, insan daha dinamik kalkar, dinlenmiş kalkar ve aklı daha pırıl pırıl olur.




'Babam enterasan bir adamdı'




-Anne ve babanızın 4 evladından tek erkek sizsiniz, çocukluğunuzda tek erkek olmanın ayrıcalığınızı gördünüz mü, çok kayrıldınız mı?




Dediğiniz doğru, ablam Semahat Arsel ile ben bir gruptuk. Biz daha büyüktük. 7-8 sene sonra rahmetli Sevgi geldi, ondan sonra da Suna doğdu... Sevgi vefat etti, Suna ALS; on beş senedir rahatsız. Ablamla ben kaldık. Geçmişte erkek çocuk olarak ayrıcalık, annem tarafından bana daima yapılmıştı. "Aman oğlum nerede, aman oğlum denize girmesin, aman oğlum şöyle yapsın, böyle yapsın, kendine iyi baksın, üşütmesin... Annelerin evlatların üstüne nasıl düştüğünü bilirsiniz. Hatta o kadar ki yazın bütün çocuklar Büyükdere’de yüzerdi, annem elimden tutar beni Kapalıçarşı’ya götürürdü. İleride kurmayı düşündüğü müzede sergileyeceği Osmanlı giysilerini almak için araştırma yapardı, meraklıydı. Beni de yanından ayırmazdı.




-Anneniz size çok düşkündü ama babanızın da bir otoritesi vardı evde değil mi? O otoriteyi hisseder miydiniz?




Babam enteresan bir adamdı, kimseyle yakınlaşmazdı. Daima mesafe koyardı; annem dahil. Dolayısıyla annem babama daima "Vehbi Bey" diye hitap ederdi. Hiç bir zaman annemin babama ilk ismiyle hitap ettiğini duymadım. Babam da anneme "Sadberk Hanım" derdi. Rivayet ederler ki babam çocuklar yüz bulmasın diye uyurken öpermiş... Dolayısıyla fevkalade disiplinli, fevkalade sistematik, çok çalışkan bir insandı Vehbi Bey... Neredeyse iki şeyi düşünürdü; iş bir, filantropi iki. Yani vakıf işleri, vermek, yardım etmekle ilgili faaliyetler...




-Peki efendim, babalar çocukları küçük yaştayken onlarla ilgilenip, eğlenmeyi, oyun oynamayı severler. Mesela evde alt alta üst üste güreşirler. Çocukken babanızla hiç öyle bir şey yaşamadınız mı?




Yok efendim nerede... Hayır, bizde dadı vardı. Alman ve Avusturyalı dadılar. Babamızın zamanında Londra, Paris, İtalya’ya filan gidilmezdi. Amerika’ya hiç gidilmezdi. Daha ziyade Viyana, Budapeşte ve Berlin’e gidilirdi. Ondan dolayı Alman ve Macar mimarlar, mühendisler ve tesisatçılar kullanırdı inşaatlarda. Hem de bize o ülkelerden dadı tutmuştu, onların lisanını öğrenelim diye. Dadılar akşama doğru saat beşte bizi yakalardı. Adam akıllı bir yıkardı, giydirirdi ve babamızı karşılardık. Yemeğimizi daha evvel yemiş olurduk. Ona “hoş geldin” der elini öperdik, sonra gider yatardık. Öyleydi disiplin... Sabahleyin de babamız belki biz kalkmadan evvel giderdi işe. Dolayısıyla babamızı ancak hafta sonunda görürdük. Hafta sonunda da babamız ata binerdi, biz Keçiören’de evde beklerdik onu, ‘babamız gelsin’ diye ve daima mesafeliydi.




-Babanız bu disiplini, bu kültürü kendi babasından görmüş değil mi?




Tabii tabii aileden gelme, mesela 6 yaşında, 7 yaşında erkenden kalkar gider dükkanı süpürürmüş. Onların Ankara’da Çengel Han’da bir dükkanı var, gittim o dükkanı aldım eskisine yakın bir şekilde restore ettim.




-Babanızın size ilk öğretisi neydi, hatırlıyor musunuz?




Kanunlara uymak ve düzgün olmak bir numaralı öğretisiydi, ondan sonra özüne, sözüne sadık olmak.




-Vehbi Koç iş konusunda çevresindekilerin fikrini mutlaka alırdı... Babanız çevresindekilerin fikrini aldıktan sonra o fikirlerden birine ikna olup da fikrini değiştirdiği oldu mu hiç?




Tabii tabii... O bakımdan gayet liberaldi, diktatör değildi, ısrar etmezdi. Eğer bir başkasının fikri daha iyiyse onu dinlerdi ve o şekilde hareket ederlerdi.




-Aynı prensibe siz de devam ediyormuşsunuz, öyle mi?




Evet, ancak ben onun kadar demokratik değilim bazen, ama yanımızda çalıştırdığımız arkadaşlar fevkalade kıymetli insanlar. Çok işle uğraştığımız için bir konuya büyük vakit ayırmaya ve tetkik etmeye zamanımız olmuyordu. Onlar derinliğine incelerlerdi ve kendi sektörlerinin sorunlarını bizden daha iyi bilirlerdi tabii. Oturup konuştuğunuz zaman bizim fikirlerimizin yanında onların da enteresan fikirleri olurdu ve dinler, ona göre hareket ederdik.




-Skydiving (gökyüzü dalışı) yapma arzunuzu okumuştum, bunu yapmayı hala düşünüyor musunuz?




Televizyonda, filmde filan gördüğüm zaman, “Bu adamlar havada nasıl böyle uçuyorlar?” diye çok imreniyorum. Ama gel yap deseniz belki cesaret edemem, bilmiyorum. Onda çalışmak lazım tabii... Biliyorsunuz laboratuvarları var alttan üflüyor, böyle duruyorsunuz hep dengede olacaksınız. Bir de yanınızda biri daha atlıyor, Allah muhafaza paraşüt açılmazsa sizi tutuyor beraber iniyorsunuz filan...




-Peki paraşüt atladınız mı?




Ankara’da atladık...




-Kuleden mi?




Evet paraşüt kulesinden, gençken gider atlardık.




-Vehbi Bey özel sektör eliyle sanayileşmede, müesseseleşmede, profesyonel yönetimde, vakıflar kanalıyla eğitim, sağlık alanlarında ve sosyal hizmetlerde dünya çapında kıymetli ve örnek alınacak bir işadamı. Allah rahmet eylesin. Oysa o son derece mütevazı bir insandı. Babanız alçak gönüllü olmasının hiç sıkıntısını çekmiş miydi?




Babam snob değildi, burnu havada değildi. Zenginliğini hiç bir zaman etrafa yaymazdı. “Dolu küp ses çıkarmaz” derdi. Dolayısıyla fevkalade mütevazıydı, öyle de olunca her tip adamla rahatlıkla diyalog kurabilirdi. Bakın, bu bizim Mustafa’da da vardı, rahmetli her tip adamla diyalog kurabilirdi. Babamızın bu tarafı kamuoyunda çok takdir edilirdi. Mütevazı olmakla birlikte tantana yapmadan kimseye bir şey söylemeden fakir fukaraya yardım etmeyi, fiyaka yapmadan, bunu kullanmadan dini vecibelerini yerine getirmeyi, vergileri zamanında ödemeyi, bilançoyu sağlam tutmayı çok iyi bilirdi ve onda da ısrar ederdi. O kadar ki biz yüzde 60 kendi paramızla çalışırdık, halbuki bankacılar “Siz enayi misiniz, yüzde 60 kendi paranızı kullanıyorsunuz, git yüzde 20 kendi paranı koy, yüzde 80 borç al. Siz nasıl olsa ödediğiniz faizden daha fazla para kazanıyorsunuz, dolayısıyla elin taşınla elin kuşunu vurun” derlerdi. Vehbi Bey, “Ben sağlamcıyım, ne olur ne olmaz!” derdi. Çünkü, bir çok işe girmesinin bir sebebi de, biliyorsunuz o zaman Türkiye’de ekonomi devamlı inişli çıkışlıydı. Bütün yumurtaları aynı sepete koymazdı. Dağıtırdı ki, işlerin birisi iyi giderse öbürü fena gider, biri fena giderse başka bir tanesi biraz daha iyi gider. Bunları böyle üst üste koyduğunuz zaman netice müspet çıkardı. O bakımdan riski de sektörlere dağıtmayı tercih ederdi.




-Rahmi Bey siz de tüm apoletlerinize rağmen, asla kendinizi beğenmiş bir insan değilsiniz. Bu bir Vehbi Koç öğretisi mi?




Aile geleneği... Vehbi Koç’tan gelen bir gelenek, görgüdür. Yani o şekilde büyütüldük.




-Davetlere giderken yakanıza taktığınız kırmızı karanfilin bir öyküsü, hikayesi var mı?




Hiç bir hikayesi yok. İngiltere’de çok takdir ettiğim bir sanayici vardı, o takardı kırmızı karanfili. Ben ondan gördüm. Akşamları yıkanıp giyindikten sonra canlı bir karanfil takmak hoş oluyor, renk katıyor. Düğünlerde nikahlarda beyaz karanfil takarım, onun dışında kırmızı karanfil...




-Rahmi Koç Müzesi’nde sizin balmumu heykelinizin de kırmızı karanfili var.




O her gün değişir...




-O karanfil her sabah yenileniyor öyle mi?




Evet, tabii...




-Babanızdan sonra, iş konusunda çocuklarınız bir şey danıştığı zaman, “Babam olsa nasıl yapardı” diye düşündüğünüz oldu mu hiç?




Şartlar çok değişti, babamın zamanında kapalı ekonomi vardı. Şimdi, ağzına kadar açık dehşet rekabetli bir ekonomi var. Dolayısıyla, babamın zamanında maharet döviz bulmaktan geçiyordu, bir sanayinin yahut iş kolunun başarısı eğer iyi döviz bulabilirsen yaşamına diyecek yoktu. Oysa günümüzde döviz istediğiniz kadar bol, bu gün sofistike yani al benili, kaliteli, rekabet gücü olan mal üretmek lazım. O zamandan bu zamana şartlar çok değişti.




-Hayatta her istediğinizi elde ettiniz mi Rahmi bey?




Bu enteresan bir sual, bazen yattığımda kendi kendime düşünüyorum. Allah’ım bana her istediğimi verdi, ama insanın istemesinin sonu yok. Onun için bu arzularımda dahi kendimi gemlemeye çalışıyorum. “Şuyun var, buyun var, sağlığın var, daha ne istiyorsun?” diyorum kendi kendime.




-Hayatta başarılı olmak isteyen ve hayata yeni atılan gençlere öğütleriniz nelerdir?




Hayata atılacak gençlerin iki şeyden birine karar vermesi lazım, profesyonel mi çalışacaksın, yoksa girişimci mi olacaksın? O kararı verdikten sonra bazı gençler, mesela kapıcılık yapar, boyacılık yapar ama kendi yapar ve işine hakimdir. Bazı gençler de doğrudan doğruya bir şirkete girer ilerlemeye çalışır. Bunlar iki ayrı faktördür. Hatta, hatta kendi işini kuracak gençler dahi bir müddet profesyonel olarak çalışması lazım ki, hayatın girdisini çıktısını öğrensin; bu bir... İkincisi kapitalleri, paraları olmayabilir ama adamın içinde bir girişimcilik olur. Simit satarak başlar veya duvar boyası yaparak başlar, yahut bir sanat öğrenir. Bunların bazılarının içinde ateş yanar devamlı. Sonuç olarak gençlerin daha okuldayken, hayata girişimci olarak mı atılacak yoksa profesyonel mi çalışacak buna karar vermesi isabetli olur.




-Rahmi Bey, Beşiktaş şampiyon olur mu?




Beşiktaş geçen sene parasız, kulüpsüz, stadsız şampiyon oldu. Bu sene parası var, kulübü var, stadı var, stili var... Stat dünyada en modern ikinci stad seçilmiş. Kendinden sonra gelenle arasında da 5 puan fark var ama yol uzun.





İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR