Tasarım alanında kendini kanıtlayan projelere imza atan iç mimar Alara Koçibey, 14. İstanbul 2019 Uluslararası Kumaş Tasarım Yarışması'nda jüri üyesiydi. Kumaş tasarımlarını değerlendirirken son derece titiz davranan Koçibey ile yarışma öncesi bir araya geldik. İş hayatı, hobileri, moda ve hayatla ilgili kısa bir söyleşi yaptığımız Alara Hanım, samimi açıklamarda bulundu.

Röportaj: Aybala YILDIZ

Fotoğraflar: Onur AYDIN





14. İstanbul 2019 Uluslararası Kumaş Tasarım Yarışması'nın jüri koltuğundasınız. Tasarlarımı değerlendirirken kriterleriniz nelerdi?

Alara Koçibey: Öncelikle benim mesleğim iç mimarlık olduğun için içerideki kıymetli jüri üyelerinden başka bir bakış açısıyla bakıyorum. Onlar gerçekten tekstilin duayenleri oldukları için bu mesleğin tekstilin üretimi uygulanabilir olması noktalarına bakıyorlar. Ben moda olarak nasıl uygulanabilire bakıyorum. Ya da daha çok kendi mesleğime yani ev tekstiline nasıl aktarılabilir onlara bakarak değerlendiriyorum.

Yaratıcılık bir derya gibi... Sizde 'Tekrar dünyaya gelsem iç mimar olurdum' diyor musunuz?

A.K: Kesinlikle ben küçük yaşlarımdan beri hiç ‘Ne olacağım diye?’ düşünmedim. Defalarca söylemeliyim ki muhakkak yine aynı mesleği yapardım.

Hobileriniz arasında seyahat etmek de var... Mesleğinize dair seyahatlerden besleniyor musunuz?

A.K: Seyahatler o kadar önemli ki. Mesela bugünde aynı şeyi görüyoruz. Burada işçilik, ham madde, malzeme gibi konularda Türkiye inanılmaz zengin. Tasarım konusunda ve yeni atılımcıları desteklemek konusunda dünyadan biraz geriyiz.Bu organizasyonun sonucunda da yeni yaratıcıları desteklemiş olup çok güzel yeni imkanlar sunmuş oluyor.



Sizin için modern bir seyyah demek bence yanlış olmaz. Urfa’daki Balıklı Göl’ün yanı sıra Paris’te ünlü bir kafede de vakit geçiriyorsunuz…

A.K: Her yerde başka bir şey yaşamaya dikkat ediyorum. Büyük Avrupa kentlerine gittiğiniz zaman oradaki sanat ve tarihi sonuna kadar içinize alabilmek önemli. Daha maceraya yönelik şeyler. O yönüm de çok güçlü. Piramitlerin içine girmekten, dağları tırmanmaktan, fillerin üzerine çıkmaktan ve Pamukkale’de tırmanmadık yer bırakmamaktan bunun gibi seyahatler benim için hayatta gerçekten yaşadığımız anlar. Onun dışında hayatımızda gerekenleri yapıyoruz. Sorumluluklarımız ve sevdiklerimiz bir düzen fakat seyahatler bu ömürden geçmiş yaşananlar ve şu anda olanlardan neler kapabiliyoruz bu önemli benim için.

Çocuklarınıza da seyahatlerinize ortak ediyorsunuz…

A.K: Bebekliklerinden beri taşıyorum.

Nasıl bir annesiniz?

A.K: İkisiyle de çok yakınız arkadaş gibiyiz. Gerçekten arkadaş gibiyiz ama aynı zamanda da çok net bir anne ve çocuklar ilişkisi vardır aramızda. Her şeyi beraber paylaşır ve konuşuruz. Onlara yeni şeyler göstermek. Onlarla tecrübe etmek hayatta en sevdiğim şeydir. Ama kurallarımızda vardır. Onun için kimse birbirini çekiştirmez. Ondanda iyi anlaşıyoruz galiba.

Mutfakla aranız nasıl? Dünya mutfaklarından damak zevkinize en uygun olanı hangisi?

A.K: Mutfakta çok kötüydüm. Gerçekten hiçbir ilgim yoktu. Son 2-3 senedir hoşuma gidiyor. Gerçekten zaman geçiriyorum dersler alıyorum. Yurtdışına gittiğim otellerin içine giriyorum. Aşçılardan rica edip onların tüyolarını öğreniyorum. Muazzam bir zevk ve kültür. İlerde zaman olarak sakinleştiğimde daha da kendi mi vereceğimden eminim. Yemek gerçekten bir kültür onun için her şeyi seviyorum. Ama muhteşem bir mutfak olan Mardin mutfağı eşsiz. Dünyada yemediğim yemek kalmadı fakat Mardin beni çok şaşırttı.

Dışarıdan bakıldığında toz pembe bir hayatınız var… Alara Koçibey’in hayattaki en büyük lüksü nedir?

A.K: Esasında her şeyi kapsayan bir şey lüks. Her zaman söylüyorum illa maddiyatla olan bir şey değil. Çok imkanları olup kesinlikle lüksü bilmeyen yaşamayan insanlar olduğu gibi, bir balıkçı köyünde de lüksü yaşayabilirsiniz. Lüks illa parayla gelmez. Sadece o yaşadığınız anın kıymetini çıkartarak yaşamak lazım. Ben yaptığım her şey de buna dikkat ediyorum. Sanki bir film çekiyormuş gibi yaşıyorum. Eğer bir kampa gitmişsek nerede piknik yapabiliriz? Nerede ateş yakabiliriz? Orayı nasıl güzelleşebilirim? diye düşünüyorum. Hep bu bakış açısıyla bakınca o bir anda muhteşem bir keyif haline geliyor.

Hayattaki en değerli varlığınız iki çocuğunuz sanırım. Onlara yaptığınız en büyük yatırım nedir?

AK: Doğdukları günden beri önemsediğim şey eğitimleridir. Çok lisan konuşmaları iyi okullarda okumaları ve genel kültürleri. Çünkü değişik kültürlerde de yaşıyorlar. Küçükken tarihi hikaye olarak anlatırdım. Onların kafasında oluşan açılan kapıları size anlatamam.

Stilinizi nasıl tanımlarsınız?

A.K: Daha maskülen olan şeyleri seviyorum. Maceraperest bir insan olduğum için bir maskülenlik kesinlikle bende var. Mesela işimde de en çok sevdiğim safha inşaatta bulunmak. Bu benim yaptığım bir şey değil genlerimden geliyor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR