Az önce ıslatılmış toprak zeminde arka arkaya dizilmiş tahta sandalyelerden birinin üzerinde oturuyorum. Babam bir yanımda annem diğer yanımda. Karşımızda beyaza boyanmış dev bir duvar yükseliyor. Telaşlı çiftler aceleyle yerlerine geçerken içi buz ve meşrubat dolu teneke kovayı taşıyan adamdan üç gazoz alıyor babam. Biri bana, biri anneme, biri kendisine...

Güneş yerini ay ve yıldızlara bırakalı çok olmamış; gökyüzünde izi duruyor hala... Sarı, mavi, kırmızı, pembe, mor, yeşil boyalı küçük ampuller aydınlatıyor çevreyi. Yazlık bir sinemadayım! Toprağın kokusu hala burnumda, gazozun soğukluğunu parmaklarımda hissediyorum!

Şimdi 50’ye bir iki basamak kalmışken ne zaman dönüp aşağıya baksam o yazlık sinemaya dönmek istiyorum... Sonra kalbim, her daim hüzünle kol kola gezen, ‘nostalji duygusunun’ ağırlığı altında eziliyor! Bir daha o geceye asla dönemeyeceğimi bilmenin üzüntüsü değil beni darmadağın eden... O yazlık sinemada annemle babamın arasında oturup o gazozu içtim mi içmedim, yıllardır kafamın içinde elimi uzatsam dokunabileceğim kadar somut bir şekilde duran o ‘an’ı yaşadım mı yoksa uyduruyor muyum bilmemenin hüznü kahrediyor beni!

90’LARI YAŞAMAYIP 90’LARI ÖZLEMEK

Geçenlerde sosyal medyada 90’ları özleyenlerle 90’ların da aslında bugünden farkı olmadığını söyleyenler arasında ‘nostaljik’ bir tartışma vardı.

Tanıdığım bir arkadaş “90’lar başkaydı” yazmış... Kendisi 94 doğumlu!

Aradım “Nesi başkaydı 90’ların? Bitimine bir iki yıl kalana kadar altını ıslatıyordun herhalde ondan bahsediyorsun” dedim.

“Öyle deme abi, Türkçe pop patlamıştı, Eşkıya, Her Şey Çok Güzel Olacak falan Yeşilçam yeniden doğmuştu. Televizyonlarda ‘Siyaset Meydan’ı ’32. Gün’ gibi kaliteli tartışma programları, ‘İkinci Bahar’ gibi kaliteli diziler falan vardı...” diye saydırdı.

Marcel Proust’un “Bir yerin özlemini duyduğumuzda, gerçekte o yere karşılık gelen zaman dilimini arıyoruzdur; yerleri değil zamanları özleriz” sözleri geldi aklıma.

Felsefe profesörü Felipe De Brigard, Proust’un bahsettiği ‘zamanlar’ı özlemek için insanların illa da o zamanı yaşamasına gerek olmadığını söylüyor.

Bu durumda kendisi henüz 6 yaşındayken sona eren 1990’ları sanki 90 yıl yaşamış gibi özleyen arkadaşımla, yaşanıp yaşanmadığına emin olamadığı ıslak toprak kokulu yazlık sinemadaki bir ‘an’a takılıp kalan ben, hiç yaşamayıp ‘kafamızda yarattığımız’ zamanların yasını tutuyoruz sanırım.

NOSTALJİNİN NEDENİ İNEKLERİN BOYNUNDAKİ ÇAN MI?

İsviçreli doktor Johannes Hoffer tarafından 1688'de yaratılan 'nostalji' kavramı ‘ev hasreti’ni tanımlıyormuş o zamanlar. Nostalji’yi bir hastalık olarak gören Hofer, Latince ‘eve dönme arzusu’ ‘nostos’ ve bunu yapamamanın ‘acısı’ ‘algos’tan türetmiş bu kelimeyi. Melankoli, uykusuzluk, kaygı, iştahsızlık şeklinde ortaya çıkan ‘nostalji’nin öncelikle askerleri ve denizcileri etkilediğini düşünmüş doktor Hofer. Bazı doktorlar düşük irtifalarda savaşan İsviçre askerleri arasında ‘nostalji’nin yaygın olduğunu tespit edip nostaljinin atmosfer basıncındaki değişikliklerden ya da Alpler’deki inek çanlarının susmayan sesinin beyinde yarattığı travmadan kaynaklandığını öne sürmüş.

20. yüzyılın başlarında nostalji, melankolinin bir çeşidi olan nörolojik hastalıktan ziyade bir psikiyatrik problem olarak ele alınmaya başlamış. 1940'larda ‘dönülmek istenen ev’ somut yerleri değil, aynı zamanda geçmiş deneyimler veya geçmiş anlar gibi soyut yerleri de içerecek şekilde yorumlanmış. İnsanların ‘yerleri değil zamanları’ özlediği ilk olarak 1995’te Amerikalı psikolog Krystine Batcho tarafından sistematik olarak incelenmiş. 684 katılımcıyla yapılan çalışmalarda insanların sadece ‘yerler’ için nostaljik duygular beslemediği tatilde geçirdikleri zamanlar, huzur hissi, insanların halleri gibi geçip giden ‘an’ları da özledikleri ortaya konmuş.

YAŞAMADIĞIN BİR DÖNEMİN HAYALİNE KANMAK

Nostaljinin doğrudan yaşamadığımız ‘zamanları’ da akla getirebildiğini belirten Prof. Felipe De Brigard, son yıllarda ortaya çıkan ve ‘hiç bilmediğimiz, yaşamadığımız bir zamana duyulan özlem’i ifade eden bir kelimeyi hatırlatıyor: “Anemoia!”

Bu kavram son yıllarda politikacıların eline, ‘gençlere hiç yaşamadıkları bir dönemin hayalini satmak için’ güzel bir propaganda malzemesi vermiş. De Brigard, insanlara ‘eski güzel günleri’ vadeden siyasi hareketlerin canlandığını söyleyip Trump’ın ‘Make America Great Again’ (Amerika’yı Yeniden Büyük Yapılım) ya da İngiltere’de Brexit yanlılarının ‘We Want Our Country Back’ (Ülkemizi Geri İstiyoruz) sloganlarını örnek gösteriyor.

Polonyalı sosyal psikologlar Monika Prusik ve Maria Lewicka 2016’da yaptıkları bir çalışmada insanlara 25 yıl önce komünizmin çöküşünden öncesiyle ilgili ‘nostaljik’ sorular sormuşlar. Sonuçta insanların büyük çoğunluğunun o yıllarla ilgili bugüne göre daha iyi duygular beslediği ortaya çıkmış. Asıl ilginç olan ise o yılları özlemle ananların çoğunluğunun o günleri yaşayan yaşlılar değil, o ‘nostaljik’ politikaları hevesle destekleyenlerin çoğunluğunun ‘hiç bilmedikleri, yaşamadıkları bir zamana özlem duyan’ gençler olması...

NOSTALJİ SADECE GEÇMİŞE DEĞİL GELECEĞE DE BAKAR

Bilmediğimiz ya da benim gibi yaşayıp yaşamadığımızdan emin olmadığımız zamanların özlemini duyarken içinden geçtiğimiz ‘an’ı ıskalıyoruz. Surrey Üniversitesi’nden Erica Hepper, nostalji duygusunun illa ki hep geçmişe bakmak zorunda olmadığını söylüyor. Hepper, yaptıkları bir araştırmada tekrar tekrar sevdikleri eski şarkıları dinlettikleri bir grup insanın kendileri hakkından daha iyimser ve gelecekte ulaşmak istedikleri hedefler konusunda daha motive olduklarını belirtiyor: “Nostolji geçmişe takılıp kalmakla ilgili bir şey değil o gözlerini geleceğe de dikiyor...”

Southampton Üniversitesi’nden Tim Wildschut ise nostaljinin insanların hayatlarına bir anlam kazandırdığını diğer insanlarla bir bağ kurmalarına yardımcı olduğunu ve aynı zamanda günlük sıkıntılardan uzaklaştırdığını söyleyip ekliyor: “Yalnızlık ve sosyal izolasyon nostalji duygusunu tetikliyor. Nostalji yalnızlığı olumsuz etkilerini dengeliyor.”

KENDİ GEÇMİŞİMİ BEYNİMDE UYDURUYORUM

David Eagleman ‘Beyin-Senin Hikayen’ kitabında, “Beyin bize durmadan hikayeler anlatır ve her birimiz de anlattığı bu hikayelere inanırız. Beyin hikayelerini size nasıl sunarsa siz de gerçekliğinizi o şekilde kabullenirsiniz” diyor.

Son günlerde o yazlık sinemadaki akşamın da arkadaşlarımla nostalji duygusunun elinde oyuncak olduğumuz muhabbetlerin olmazsa olmaz cümlesi “Eski güzel günler”in de beynimizin bize bir oyunu olduğunu düşünüyorum.

İçinden geçerken bir halta benzemeyen 40 yıl önceki bir gün için şimdi, “Hayal bile edemeyeceğiniz kadar güzeldi o günler” derken düpedüz ‘hayal’ kuruyorum sanırım!

Nostalji duygusuyla el ele veren beynim hiç yaşamadığım bir hayatın hikayesini yazıyor benim için ‘an’be‘an’...

“Bazen düşünüyorum da, düşlerimi birleştirerek kendime kesintisizce akacak ikinci bir hayat kursam ne hoş olurdu, günlerimi düşsel konuklarla, uyduruk insanlarla geçireceğim, acısını da keyfini de yaşayacağım, ikinci bir hayat...” diyen Pessoa gibi ‘kendi hayatımı, varlığıma yabancı bir maddeden bir heykel gibi yontuyorum’ ve günün sonunda bu devasa ‘nostalji anıtının’ karşısına geçip düşünüyorum; ne o yazlık sinema, ne o ıslak toprak kokusu ne de o gazozun soğukluğu korkarım hiç var olmadı!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR