Neredeyse yarım asırdır yürüdüğüm bu yolun bazı dönemeçlerinde başlıktaki cümleyi kendi kendime fısıldadığım çok olmuştur... Ama iç sesimin gevezeliğinin yanında cesaretim hep, alabildiğine suskun, bir köşede kılını bile kıpırdatmadan kös kös oturmuştur. Şimdi geriye dönüp dere tepe düz gittiğim yoluma baktığımda “Acaba şurada virajı alıp diğer yola girseydim, burada tam ters istikamete dönseydim hayatım nasıl olurdu” diye düşünmüyorum dersem yalan olur... Ah ne aptalmışım! İçinden geçerken hep bir sonraki çıkışa ertelediğim şeyleri yapmak için yolum her geçen gün daha da kısalıyor. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen zamanım şimdi o kadar hızlı tükeniyor ki “Neden beni uyarmadın…” diye ona lanetler yağdırmaya başladığımda Manganelli aramıza giriyor: “Zaman verdiği sözleri tutmaz, nedeni de sözünde durmadığı için değil ama kendisinin de zamanın kurbanı olduğu içindir. Zaman koşuyor mu, hızla mı ilerliyor, geri mi kalıyor, duruyor mu bunu asla bilmez...”


Manganelli’yi dinlerken suçunu bilen bir çocuk gibi gözlerimi önümdeki yoldan kaçırıp, her şeyi elime yüzüme bulaştırdığımı, son çıkışı da kaçırdığımı düşünüyorum. Zaman bir köşeye çekiliyor, kendimle baş başa kalıyorum ve bir kez daha ‘her şeyi bitirmeyi düşünüyorum...’

ŞİMDİ BU FİLM NE ANLATIYOR YA?

Charlie Kaufman’ın Netflix yapımı yeni filmi “I’m Thinking of Ending Things” (Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum) filminde ‘genç kadın’ ile erkek arkadaşı Jake, arabayla o karlı yolda ilerlerken bir noktadan sonra ben de yarım asırdır yürüdüğüm yolumda gerisin geriye bir yolculuğa çıkmıştım...


Onların hiçbir yere gitmeyen, dön dolaş yine kendilerinde sona eren yolculuklarını izlerken geveze iç sesim bir arpa boyu ilerlemeyen kendi yolculuğuma hayıflanıyor bir yanda da hiç durmadan Pessoa’dan arakladığı cümleyi tekrarlıyordu: “İstemeden varım istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasından bir boşluğum...”


Filmi izleyen bir arkadaşım WhatsApp’tan “Abi Jake’e n’oldu? Kız nereye gitti? Bunlar evlendi mi? Okuldaki hademe ne alaka? Bu film ne anlatıyor şimdi?” diye sorduğunda ‘genç kadın'ın hazırladığı ödevinin konusunu yolladım ona: “Duygusal dorsal kök gangliyon nöronlarında kuduz enfeksiyonuna yatkınlığı açıklıyor; tabii trigeminal gangliya da dahil!”

FİLMİ İZLERKEN KENDİ DENEYİMİNİZİ YAŞAYIN

Aslında filmi izlerken beyni kulaklarından akan arkadaşım haksız sayılmaz. “I’m Thinking of Ending Things”in ne anlattığını ya da daha doğru bir tabirle ekranda gözümüzün önünden ne geçtiğini bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz:, “Genç kadın artık ayrılmayı düşündüğü erkek arkadaşı Jake’le Jake’in ailesini ziyarete gider ve orada tuhaf şeylerle karşılaşır...”


Doğrusu filmin ne anlattığını anlatmaya çalıştığım bu cümleden tiksindim! Ama filmi anlatabileceğim dört başı mamur bir cümlem de yok elimde... Bu yüzden tek yapabileceğim yönetmen Charlie Kaufman’ın, “İnsanların filmlerimi izlerken kendi deneyimlerini yaşamalarını istiyorum. Ne düşünecekleri konusunda da bir fikrim yok. Ve filmi izleyen herkesin kendi yorumunu da destekliyorum...” sözlerine tutunup kendi hissettiklerimi aktarmak.


Filmleri izlerken bir duygunun peşine takılıyorum ben... Anlamaktan çok önce hissetmeye çalışıyorum. Diğer her şey sonradan geliyor.


‘Genç kadın’ın arabanın içinde okuduğu şiirdeki “…Eve dönmek feci bir yalnızlık... Eve dönüyorsun ve başka bir gezegendesin, bir yabancısın... İçinde bir boşlukla eve dönersin...” dizelerini duyduğum anda ben de Jake’in kullandığı arabanın arka koltuğunda onlarla birlikte oturuyordum.

BİR TÜRLÜ İÇİNDEN ÇIKAMADIĞIMIZ EV: KENDİMİZ

Bütün ergenliğim, 20’li, 30’lu yaşlarım boyunca içinde yaşadığım evden kaçmaya çalıştım ben... Ve bunu ancak şimdi 50’lerime iki basamak kalmışken kendime itiraf edebiliyorum.


İç sesimin “Her şeyi bitirmek istiyorum” diye başımın etini yediği 20’lerimin sonlarında bir gün İngiltere’ye ayak bastığımda evden kurtulduğumu düşünüyordum. Ayaklarımın yerden kesildiği, özgürlüğün güzel kokusunu içime çekip “Oh be, bugüne kadar ‘gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum’ ben” diye kendi kendime yalanlar söylediğim o kaçış çok uzun sürmedi. Evin üstüme başıma sinmiş o kesif kokusuyla dilini bilmediğim bir şehrin sokaklarında geçip giden birbirinin aynı günlerin ardından ‘aslında hiç uzaklaşamadığım’ eve döndüm kös kös... Tıpkı Jake gibi!


Kaufman daha afişten başlayıp filmin ilk yarısının sonuna kadar öykünün ‘genç kadın’ın öyküsü olduğunu düşündürse de her sahneye, her sekansa sinmiş o soğuk yalnızlık bütünüyle Jake’in yalnızlığı...


Dev bir yalnızlıkla birlikte bir eve hapsolunca insanın elinde sadece düşleri kalıyor. Kafasının içinde canlandırdığı ikinci bir hayatın düşleri...


Hangimiz, Pessoa’nın bahsettiği gibi, ‘günlerimizi düşsel konuklarla, uyduruk insanlarla geçirdiğimiz acısını da keyfini de yaşadığımız, ikinci bir hayat’ımız olmadığını söyleyebilir ki!

YAŞLILIK VE YALNIZLIKLA YÜRÜNEN BİR YOL

Charlie Kaufman’ın insanın içini acıtan filminin sonuna geldiğimde yalnızlık, yaşlılık, yaşadığımız, yaşadığımızı düşlediğimiz anılara ait düşünceler ve yanı başımda hiç kıpırdamadan duran bir hüzünle birlikte koltukta yan yana oturuyordum. Yine evdeydim işte...


Kafamın içinde ‘bana dair hiçbir şeyin gerçek olmadığı’ ikinci hayatım dönüp duruyordu. Tıpkı film boyunca Jake’in kafasının içinde ‘her şeyin kendine has muhteşem bir mantıkla ve haz verici bir yalanın ritmiyle akıp gitmesi’ ve her şeyin onun ‘ruhunda yapılmış bir şehirde olup bitmesi’ gibi...


Son zamanlarda, annemin ölümünden sonra, bizim anlamadığımız onun da bize anlatamadığı tarifsiz bir yalnızlığın içinde yuvarlanıp giden babamın bir türlü durduramadığı, ‘üstünden soğuk bir rüzgar gibi akıp geçen ve ısısını çalan’ zamana kendi çapında isyanı geldi aklıma: “İnsan yaşlılığı evinin kapısından içeri sokmamalı...”


Verdiği sözleri tutmayan zamanın kurbanlarıyız ben, babam, Jake, hepimiz... Ne kadar süredir kendi yalnızlığımızın içinde debelenip duruyoruz bilmiyoruz. Daha ne kadar bu yalnızlık batağında çırpınacağız hiçbir fikrimiz yok...


Ama işte ‘genç kadın’ın (yoksa Jake’in mi?) dediği gibi bildiğimiz tek şey ölümden kaçamayacağımız. Diğer hayvanlar gibi anı yaşamayı beceremediğimizden umudu icat edip, en az başkaları kadar kendimize de yabancı kendimizle başbaşa yürüdüğümüz bu yolda ha bire aynı cümleyi fısıldayıp duruyoruz: “Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum..."

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR