“Zaman Tanrısı babası Kronos’tan ölümsüzlüğün koşullarını öğrenen yarı at yarı insan Chiron, ölümsüz olmak istememiş. Herkül’ün attığı bir okla kazara bacağından vurulduğunda ne yarayı iyileştirebilmiş ne de ölümsüz olduğu için ölebilmiş! Tanrılardan ateşi çalıp insanlara verdiği için Zeus tarafından sonsuza kadar bir kayaya zincirlenen ve bir akbaba tarafından her gün ciğerleri yenen Prometus’un çektiği acıların dinmesinin tek bir şartı varmış. Zeus’un, Prometus’a ancak bir ölümsüz yerini alırsa onu serbest bırakacağını söylediğini öğrenen Chiron, çektiği acılar son bulsun diye ölümsüzlüğünden vazgeçip Prometus’un yerini almış...”

Netflix’in yeni orjinal yapım filmi ‘The Old Guard’ için Charlize Theron’la röportaj yapacağımı öğrendiğimde artık nasıl mutlu olduysam, ayaklarım nasıl yerden kesildiyse ta Olimpos Dağı’nın zirvelerinde Tanrılarla göz göze geldim.


Theron’un liderliğinde bir grup ‘ölümsüz’ paralı askerin maceralarını anlatan filmi izlerken kafamda sadece Chiron’un öyküsü ve ‘ölümsüzlüğün’ ne kadar dayanılmaz bir acı olduğu ile Freddie Mercury’nin o güzel sesiyle, bir başka ‘ölümsüz’ kahraman ‘Connor MacLeod' için söylediği, şarkı dönüp duruyordu: “Who wants to live forever?”

TAM SÖYLENEN SAATTE ‘ZOOM’DAYDIM

Charlize Theron’un yanı sıra filmin yıldızları Kiki Layne, Chiwetel Ejiofor ve Harry Melling’le Zoom üzerinden iki grup halinde 5’er dakika yapacağımız röportaj için Yunan mitolojisinden, Montaigne’e oradan Borges’e ölümsüzlükle ilgili okuduğum metinleri yeniden gözden geçirdim.


Borges’in ‘Ölümsüz’ öyküsündeki “Ölümsüzlük anlamsızdır; insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler, çünkü ölümden habersizdirler; tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olansa, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir...” cümlesini soru kağıdıma not ettim.


Tam söylenen saatte 20.15’te röportajı yapacağımız ‘Zoom’ odasındaydım. Bir yandan 20.50 gibi başlayacak olan röportaj için notlarımı kontrol ediyor bir yandan da laptop’un ekranında vesikalık gibi duran ama sürekli yerleri değişen, dünyanın dört bir yanından onlarca gazetecinin kafalarına bakıyordum.


Röportajları yöneten arkadaşlar 3-5 dakikada bir isim söyleyip ‘bekleme salonundan’ röportaj odasına çağırıyordu gazetecileri. 20.50 olduğunda her şeyimle röportaja hazırdım. Ancak benim adım söylenmedi. Başka bir gazeteci çağrıldı. 35 dakikadır beklediği otobüs durakta durmayan bir yolcu gibi hissettiğimi söylemeliyim.

ÜÇ KIRIK, 8 ÇİVİYLE CHARLIZE’İ BEKLEMEK

İsimler söyleniyor, ekrana yeni yeni vesikalık kafalar geliyor ama benim adım çağrılmıyordu. Saat 21.30 olmuştu! Normal bir zamanda sorun olmaz böyle bir şey benim için... Hatta Manganelli’nin ‘beklemeyi seven’ adımı gibiyimdir. Kendisi son derece dakik olan ama ‘güncel hiçbir şeyin gerçekleşmediği, beklerken içinde olduğu o boş uzamın inanılmaz zevkinden kendisini yoksun bıraktıkları’ için dakik insanlardan nefret eden adam gibi ben de beklerken ‘içinde bulunduğum boşluğa’ aşığımdır...


Ancak bileğimde üç kırık ve 8 çiviyle bir saatten fazla bir sandalyenin üzerine tüneyince ayağımdaki acı ve lanet olası kaşıntı ‘beklerken içinde olduğum o boşluğu’ doldurmaya başladı. Saat 22.00 olduğunda yan taraftaki sandalyenin üzerine uzatmış olduğum kırık ayak bileğim benimle konuşuyordu artık. Bana biraz daha oturursam Borges’in ‘Ölümsüz’ öyküsünde ‘katışıksız bir huzura ulaşmayı beceren ve hiç ayağa kalkmadığı için göğsüne bir kuş yuva yapan adam’ gibi olacağımı söylüyordu. Dışarıda panjurun üzerine yuvan yapan sığırcıklar onu duymuş olacaklar ki çığlık çığlığa halime gülüyorlardı.

“KEDİRRRRR” SESİYLE KENDİME GELDİM

Saat 22.30 olduğunda Charlize Theron, The Old Guard, ölümsüzlük falan uçup gitmişti aklımdan. Kırık bileğimdeki kaşıntının kölesi olmuştum! Zoom’un bekleme odasında Covid-19 salgını, ABD’de manasız yere neden havai fişek atıldığı konuşuluyordu. Onlar Kaliforniya’da sinema salonlarının ne zaman açılacağını tartışılırken ben ekrandaki vesikalık görüntümü bozmadan bileğime uzanıp kaşımaya çalışıyordum. Az önce ekranın sağ üst köşesinde olan gazeteci şimdi tam ortada sağ çaprazındaki meslektaşına Venedik Film Festivali’ne gidip gitmeyeceğini sorarken ben ‘zoom bekleme odasında’ 2 saat 30 dakikamı doldurmuştum. Beklemek ölümsüzlük kadar sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Yüzyıllardır insanlık için savaşan ama bir arpa boyu bile yol alamayan ve ‘bunu neden yaptığını’ sorgulayan ‘The Old Guard’ ekibinin lideri Andy’nin ölümsüzlükten neden bıktığını anlamış, bacağım yandaki sandalyenin üzerine uzatmış saatlerdir neden böyle oturduğumu soruyordum kendi kendime...

Beklemeyi uzatmakla, ‘insanın yaşamını uzatmanın, çektiği acıyı da uzatmak, ölümlerini çoğaltmak olduğunu düşünen’ filozoflara hak vermeye başlamıştım!


Ki “Kedirrr” dendiğini duydum...


Saniyeler sonra beklemekten göğsüne kuşlar yuva yapmış, zonklayan bir bilek, ölümsüzlükten nefret eder halde kafamda Freddie Mercruy “Who wants to live forever?”ı söylerken Charlize Theron ve Kiki Layne ile göz gözeydim...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR