Styling Ceylan Atınç, Berk Tanrıverdi ile geçen ay evlendi.

Pek güzel görünüyorlardı düğün karelerinde.

Fotoğraflara bakmaya doyamadım.

Hep mutlu olsunlar. Bir ömür boyu.


Malum mutluluğu yakalamak zor.

Hele ki, günümüzde.

Belli ki, oğlan tarafı pek öyle düşünmüyor. Yani olaya benim gibi "Pek güzel olmuşlar, pek yakışmışlar" gözüyle bakmıyor.

Düğün sonrası “İstenmeyen gelin” diye bir haber çıktı. Meğer Berk Tanrıverdi’nin ailesi Ceylan Atınç’ı istemiyormuş.

Nedeni de Ceylan’ın yaşı büyükmüş ve oğlu varmış.

Bana göre: "Eeeee bu mu yani?" gibi bir bakış açısı çıkıyor.

Çünkü ben çiftlerde kadına, adama bakarım.

Yani hırlılar mı, hırsızlar mı? Katiller mi? Sapıklar mı?

Berk Bey'i tanımam. Ama Ceylan'ın tadığım kadarıyla hiçbiri yok.

Daha doğrusu kadın yıllardır çalışıyor, kendi başına oğlunu büyütüyor.

Başarılı, çalışkan, güzel, kendi ayakları üzerinde duruyor.

Ben kişide bunlara bakarım. Ceylan'da da gördüğüm kadarıyla bunlar var.

Ama aileye yetmemiş.

Klasik ezberlenmiş hikaye.

Daha önce evlenmiş, yaşı büyük ve oğlu var.

Yani okumuş da olsa, okumamış da olsa kafalar hep aynı. Babalar, analar değişmiyor kardeşim.

Sadece isimler değişiyor.

Kimisi zengin, kimisi fakir.

Kimisi okumuş, kimisi okumamış.

Kimisi ekstra kültürlü, kimisi kültürsüz.

Ama kafalar hep aynı.

Nedir bu kadınlara yapılan saygısızlık demeye kalmadan daha önceki, "İstenmeyen gelin" haberi soğumadan, önceki gün de Mehmet Üstündağ imzalı “Para musluğu kapandı” diye bir haber vardı.

Yani Berk Tanrıverdi’nin ailesi tüm imkanları kapatmış oğluna. Baba asla görüşmüyormuş, anne gizli gizli oğluyla görüşüyormuş.

Klasik bir Türk filmi konusu.

Tarık Akan'lı, Kadir Savun'lu, Hülya Koçyiğit'li, Türkan Şoray'lı, Münir Özkul'lu Türk filmi izliyorum sanki.

Yahu geçin bunları Allah aşkına geçin.

Kocaman insanlar mutlular, birbirlerini sevmişler karışmayın.

Çocuklarınızın sahibi değilsiniz.

Zaten insanlar mutsuz. Bir de mutsuz oldukları insanla mı evlensinler?

Toplum bunlardan geçilmiyor.

Ülke mutsuz evliliklerle kırılıyor.

Sonra şiddetli geçimsizlik. Evde kavgalar. Ve evlerin içinde mutsuz büyüyen çocuklar.

Yazıktır artık bırakın bu kafaları.

Ki iyileşsin..

Tamam iyileşme çok zor. Belli artık bu ama bir yerden de başlamak lazım.

Şu bin yıllık mevzudan bir sıyrılın, bir kurtulun Allah aşkına.

Toplumun kanayan yarası

Bu konu toplumun kanayan yarası bana göre. Hani hep “Yeter artık” diyoruz ya…

Yetmiyor, bitmiyor, tükenmiyor.

Kadınlara yapılan şiddeti, ölümleri, intiharları bitiremiyoruz bu kafalar yüzünden…

Bu da kadına şiddetin başka bir yönü.

Kadının yaşı büyük olunca kabahat.

Daha önce evlenmiş olması kabahat.

Çocuğu olması kabahat.

E ne yapacak bu kadın ölsün mü?

Kim olursa olsun kadına hala değer verilmiyor bu ülkede.

Kadın hep öteleniyor. Kadın hep küçümseniyor.

İster zengin, ister fakir.

İster okumuş, ister okumamış.

Mevzu inanın hep aynı.

Kadın hep ikinci basamakta.

Atiye’yi izlerken sayıkladıklarım

İkinci sezon “Atiye” görücüye çıktı. Bir oturuşta sekiz bölümü izledim. Ama ilk sezonu izlerken düşündüklerimi düşünemedim. Ve öyle bir yazı da beklemeyin.

Ve maalesef izlerken sürekli şunları sayıklarken buldum kendimi:

-Ne tatlı taksiciler var. Ben neden bu taksicilere denk gelmiyorum. Benim denk geldiğim taksicilerin çoğu huysuz. Atiye’nin bindiği taksiciler onu oraya buraya götürüyor üstelik beş kuruş para almıyor.

Helal.

-Yav oyunculuklarda bir tuhaflık mı var? Sanki oyuncular ilk sezondaki gibi isteyerek oynamıyor. İlk sezon pek güzeldi. Onlar da bu tür saçmalıklara takılmışlar belli ki! Anlayamıyorlar. Neyse neyse…

-İstanbul’dan Kapadokya’ya böyle iki saatte mi gidiliyor? Ben neden bilmiyorum. Atiye ve İrfan yola çıktı Kapadokya’ya.. Sonra polis memuru yola çıktı. Sonra Serdar’ın tuttuğu ajan yola çıktı. Hepsi zırt diye Kapadokya’ya gitti. Sonra hooop ordan Atiye bir anda yürüyerek Urfa’da aldı soluğu. Kafam karıştı. Bu Atiye yürüyerek nerelere gitti nerelere…

-Aaa dur dur İstanbul’dan çat diye Urfa’ya, Göbeklitepe’ye de gidiliyormuş. Atiye’de görmüş oldum. "E nasıl gidiyor bunlar” diye düşünürken takılmıyorum artık. Koy verdim kendimi izliyorum. Tabii kıskanmıyor değilim. “Ben neden gidemiyorum” mesela. Hani şu an kalksam iki saat sonra Göbeklitepe’de olsam falan. Ya da Kapadokya’da olsam. Ne güzel olurdu

-Aaa Atiye telefonla konuşurken “Akşama İstanbul’da bilmem ne bedestende buluşalım” dedi. Ama konuşurken hava karanlıktı. Diğer sahnede üç kadın biri hamile çat İstanbul'dalar. Arka fonda üçüncü köprü gözüküyordu. Ama Atiye bedestende bir yere girdi. Yürüdü yürüdü bir taş buldu. Çat hemen polis memuru geldi arkasından. Yahu nasıl buluyor bunlar birbirlerini.

-Evin bahçesinde bir sistem kurmuş adam bilgisayardan bir cızırtı ile konuşuyor. Emir alıyor, uyguluyor. Ama derme çatma bir yer olmuş. Yağmur yağsa ıslanacak her türlü bilgisayar ekipmanı. Yalandan kurulmuş gibi.

-Neyse neyse bitirdim mi bitirdim. İzledim mi izledim. Ama ilk sezona yakışır bir ikinci sezon değildi. Çok fazla eksik, gedik vardı çok. Ve çok fazla hata… Bunları izlerken konuya giremedim. Mehmet Günsur ve Beren Saat’in oyunculuğu bile bu eksiklerin yanında göze battı anlayacağınız.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR