CUMARTESİ saat 23.00 sularında Erzurum'dan döndüğüm uçak İstanbul'a indi. Palandöken'de arkadaşlarla tatile gitmiş, pazar günkü HT Masa yayınına katılmak için erken dönüyorum. Uçak İstanbul'a indiğinde her şey normal. Cumartesi trafiğine yakalanmadan eve dönebilmek en büyük isteğim. Sonra sosyal medya bağımlısı olmam bir işe yarıyor ve uçak yere iner inmez telefonumu açtığım için patlamayı ilk ben öğreniyorum. Çektiğim "Ah" yüzünden yanımdaki koltuk öğreniyor ilk önce, sonra uçağa yayılıyor, herkes telefonuna sarılıyor. Ailesini arayanlar, panik içinde maça giden arkadaşlarına ulaşmaya çalışanlar ve kapı açılmadığı için daha fazla gerilen bir sürü yolcu... Patlamanın sürekli geçtiğimiz bir noktada olması balataları yakmamıza sebep oluyor tabii. Düşünmeden edemiyorsun "Ya o sırada ben geçseydim oradan, ya da bir arkadaşım?" Ateş basıyor bütün vücudu, canı yanıyor insanın. Saniyeler içinde trafiğe yakalanmama derdinden, hayatını kaybetme endişesine transfer oluyoruz. Sıradan bir gecede, sıradan dertlerin yerini böylesine yüksek bir duygu alabiliyor. Peki ya sonrası? Ülke değil taziye evi sanki. Ama her şey gibi yası bile çabuk mu tüketiyoruz acaba? Türkiye'nin 11 Eylül'ü denen Ankara Katliamı'ndan sonra bile hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladık kısa sürede. Şimdi yine aynısı olacak gibi. İşin kötüsü ne biliyor musunuz, sadece biz değil yabancılar bile alışmaya başladı bu duruma. Her patlama sonrası yabancı arkadaşlarımdan aldığım "İyi misin" mesajlarını bile almadım bu sefer. Onlar bile kanıksadı galiba durumu. Bir biz alışamadık, alışmayacağız.
Defne Joy yeniden!
ÇOK eski arkadaşım olması yüzünden ölüm şekline değil de haberine üzüldüm Defne Joy'un. Gençti, mutluydu, aile kurmuştu, çocuğu olmuştu! ‘Nasıl olur' diye kendime sorarak geçirdim o günleri. Hıncal Uluç'un bile dahil olduğu bir itibarsızlık çalışmasına karşı çıkabilmiştik o zamanlar. Bu kadar sevilen insanı karalamak kolay mıydı öyle? Kolaymış meğer, konu kapandı gitti... Ama umutla öğreniyorum ki dava yeniden açılıyormuş. Hem de bu sefer olayda FETÖ parmağı olduğu iddiasıyla açılıyor. Artık Kerem Altan'ın neden ambulans çağırmak için iki buçuk saat beklediğini öğreneceğiz gibi geliyor bana. Adaletin buysa dünya, gerçekler ortaya çıkacaktır.
Reklamın kötüsü
FİRMALARIN rezil de vezir de olmalarını sağlayan kilit nokta nedir, tabii ki çalışanlar. Siz ellerinizle dünyanın en önemli markasını da yaratsanız, çalışanlarınızı öyle bir seçmelisiniz ki yaptıklarınızı yıkmasın! Özellikle yabancı firmaların, başka ülkelerde faaliyetlerini gösterirken bu konuya bir hayli titizlenmeleri gerekiyor. Yoksa Hasbro'nun yılbaşı reklamlarındaki gibi bir hata ile bir anda gözden düşebiliyorsunuz. En büyük sorunlarından biri şiddet ve tecavüz olan bir ülkede, bu konularla dalga geçen bir reklam filmi çekilmesini onaylayan müdürler herhalde Türk değil. Uzayda falan yaşıyor olsalar bile bilmeleri gereken bu ülke insanlarının en büyük belasını dalga konusu halinde yansıtmamaları gerektiği. Reklamın iyisi kötüsü olur, hatta iticisi, markadan soğutanı bile olur. Bazen çok konuşulmak o kadar da iyi bir şey değildir.