Bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur ve akşam iş çıkışı 'yüzde 80'lik İstanbul trafiğine rağmen 'Hakan: Muhafız' dizisinin ilk bölümünü izlemeye Taksim'den Emirgan'a arabayla gitmek başlı başına 'Netflix Orginal' dizisi olabilir aslında! Ama 190'dan fazla ülkede 140 milyona yakın abonesi olan Netflix, Türkiye'den ilk dizi hakkını benim destansı yolculuğumdan değil tılsımlı gömleğiyle 'İstanbul'un muhafızlığını' yapan Hakan'ın öyküsünden yana kullandı!
Sakıp Sabancı Müzesi'nin girişinde The Seed'de gösterim öncesi fındık fıstık atıştırıp şaraplarımızdan birer yudum alırken ortamı aydınlatan çok kollu şamdanlar ve hemen arkamızda ellerinde mızraklarıyla dikili duran zırhlı şövalyelerden biraz sonra nasıl bir şey izleyeceğimize dair fikir sahibi oluyoruz aslında!
House of Cards'dan Mindhunter''a, La Casa De Papel'den Narcos'a, Stranger Things'ten Orange is The New Black'e, Dark'tan The Crown'a ağzımız bir karış açık izlediğimiz birçok diziye imza atan Netflix'in, N. İpek Gökdel'in 'Karakalem ve Bir Delikanlının Tuhaf Hikayesi' romanından uyarlanan 'İlk Türkçe Orijinal'i Hakan: Muhafız için en az projenin yönetmeni, senaristi, oyuncuları kadar biz seyirciler de heyecanlıyız...
Her akşam ekranda, 150 dakikalık süreleri dolsun diye karakterlerinin hiçbir yere gitmeyen öyküleri içinden birbirlerine uzun uzun göz süzen, oyuncuya da izleyiciye de eziyet dizilerden yıldığımızdan olsa gerek, uçurumdan düşerken bir kuru dala tutunan zavallı çizgi film kahramanları gibi Hakan: Muhafız'a tutunmuşuz sanki! Yani en azından ben böyle hissediyordum!
Dizinin gösterileceği salona girdiğimizde salondaki alkış ve tezahürattan diğer izleyicilerin de benim gibi hissettiğini düşündüm bir an. İşte tam da böyle gazı almış, yaydan fırlamaya hazır ok gibi beklerken ışıklar söndü ve Hakan: Muhafız başladı.
“BİZDEN ÇIKAN BİR HİKAYE”
Başladı derken ben başladığını sandım! İlk 5-10 dakika perdede Kapalıçarşı'dan Ayasofya'ya, İstiklal Caddesi'nden Boğaz Köprüsü'ne bir turistik tanıtım videosu gösterildiğine yemin edebilirdim eğer biricik Hakan'ımız rastalı arkadaşına “Ha s.tir” demeseydi!
Dizinin yıldızı Çağatay Ulusoy'un, Ayşe Arman'a verdiği röportajda “Başrolü İstanbul'la paylaşıyorum” dediğini ilk okuduğumda “Havalı bir cümle” diye düşünmüştüm. Ancak dizinin ilk bölümünü izledikten sonra şunu söyleyebilirim; o cümle hava olsun diye söylenmemiş! Ulusoy, gerçekten de başrolü İstanbul'la paylaşıyor ve İstanbul her sahnede onu oyunculuğuyla alt ediyor...
Bir gökdelenlerin bir Ayasofya'nın üzerinde uçan kamera eşliğinde nefis bir İstanbul belgeseli izledik desem yalan olmaz...
İşin dizi bölümüne gelirsek...
Öncelikle Netflix gibi bir platformda Türkiye'den orijinal bir dizinin yer alması başlı başına güzel bir haber. (Dizinin konusunun orijinalliği bambaşka bir hikaye) Yukarıda da bahsettiğim şu bizim hep aynı konu etrafında dönüp duran dizi piyasamızda (Muhafız gibi) bir umut tutunduğumuz 'kuru dalların' çoğalması en büyük dileğim.
Ancak Netflix dizi aleminin 'Şampiyonlar Ligi' gibi bir yer. Oradaki dizilerle karşılaşırken, 'iyi mücadele edip' sıfır puanla grup sonuncusu olan futbol takımlarımızın durumuna düşmek işten bile değil.
Yine de "Kendi ligimizde bir şekilde zaten işi götürüyoruz" diye yavan işlere imza atan senaristlerimizin, yönetmenlerimizin, oyuncularımızın Netflix gibi platformlarda dev yapımlarla karşılaşa karşılaşa sınıf atlayacağını düşünüyorum..
Bu duygularla gelelim Hakan: Muhafız'a!..
İşe Çağatay Ulusoy, diziyle ilgili “Bizden çıkan bir hikaye...” sözlerinden başlamak gerek sanırım.
Sıradan biri olarak yaşarken birden bire aslında yüzyıllardır dünyayı karanlık güçlerden koruyan bir 'örgüt'ün son umudu olduğunu öğrenip kaderiyle yüzleşen adam klişesinin neresi bizden çıkan bir öykü anlamak güç.
Tılsımlı gömleğin Kapalıçarşı'da bir sandıkta saklanması ya da 'Muhafız'a 'sadık olanlar'ın Fatih'te bir eczanede çalışıyor olması 'hikayeyi' ne kadar bizden yapıyor tartışılır...
'Bizden' denilerek karakterlerin Türkçe konuşması kastediliyorsa 'okey' Türkçe konuşuyorlar ama sanki İngilizce düşünüyorlar gibi!
Tılsımlı gömleğin peşinde olan aşırı zengin işadamı, onun gözünü kırpmadan insan öldüren adamı, bu ikisinin yanında çalışan her şeyden habersiz güzel kızımız, Muhafız'ın kıt akıllı arkadaşı, acaba Muhafız'a aşık mı diye düşüneceğimiz diğer kız, sırlara vakıf bilge adam gibi klişeler biraz daha cilalansa kolaylıkla bir Dan Brown romanı kahramanı da olabilirler pekala...
ÇOŞKULU KALABALIK
Diziyi birlikte izlediğimiz seyirci grubundan bazı insanların abartılı coşkusunu anlayabiliyorum. Sonuçta “Netflix'e dizi çektik abi!” durumu az buz bir şey değil.
Ancak ilk bölüm sonunda salondan çıkarken sanki bir dizi değil de İstanbul'a gelmiş Netflix adlı turist arkadaşımızı, Kapalıçarşı, Ayasofya, Taksim, Boğaz hattında tura çıkarmışız gibi hissediyordum doğrusu.
Aslında bu tur talebi bizden değil de Netflix'ten gelmiş gibi! İstanbul'a turist olarak gelen birinin önce buraları görmek istemesi çok da acayip bir durum değil bu bakımdan Netflix'in talebini çok yadırgamıyorum...
Bizim öykülerimizi, dertlerimizi, hayallerimizi bir sonraki gelişinde ona anlatırız umarım...
Hakan: Muhafız'ın önünde daha 9 bölüm var... Ama eğer ikinci bölümde ejderhasıyla dolaşan bir kız ortaya çıkmaz, dördüncü bölümde Hakan bir mağaradan geçip zamanda yolculuk yapmaz, beşinci bölümde Medellin karteliyle iş tutmaz, altıncı bölümde yüzünde Dali maskesiyle Taksim Meydanı'nda Çav Bella söylemezse Netfilx'in, ucu bucağı görünmeyen dev kütüphanesinde bir rafta, üstü başı toz içinde kendisini kurtaracak Muhafız'ı bekleyip durur maalesef!
Netflix, İstanbul turundan memnun kalmış olacak ki Hakan: Muhafız'ın ikinci sezonu için onay vermiş.
İlk bölümünde hayal kırıklığına uğramış olsam da ben de Hakan: Muhafız'a tutunmaya devam edeceğim; başta da dedim ya tutunacak çok da fazla dalımız yok...