Bodrum-Çeşme hattı sürekli dolaşıyorum ya insanlar beni hep tatil yapıyorum zannediyor. Tamam nankörlük yapmak istemem ama oralarda maalesef tatil yapılmıyor. Öyle ki, "İstanbul'a gidip biraz dinlensem" demeye başlıyorsunuz. Meslek aşkı girmiş bir kere bünyeye. Damarlarda akan kan gibi. Gözlerim, beynim hiç durmuyor.

Hangi sokaktan ikoncan çıkacak, hangi mekanda parti var, bugün hangi beach'e gidiyoruz cümlelerinden bir kere tatil moduna giremiyorsunuz.




Yani vücudunuz o bölgelerde dolaşabilir ama beyniniz sürekli çalışıyor anlayacağınız. O yüzden de artık ne denizi, ne güneşi göremez oluyorsunuz. Bana göre ve birçok kişiye göre de İstanbul'dan artık hiçbir fark yok. Bir kere her gün aynı bikiniyi giyemezsiniz. Bir kere akşam süslenmeden, püslenmeden sokağa çıkamazsınız. Bir kere topuklu ayakkabı giymeden günlerinizi geçiremezsiniz. Yani sistem sizi öyle bir içine alıyor ki, işte bunların hepsini yapmak zorundasınız. Ve yine sabaha kadar mekan mekan dolaşmak gibi bir ritüel var. İşte ben de bu hengamenin içine girmeden küçük bir tatil yapayım ve kafamı boşaltayım istedim.




Kendimi yeniledim, beynimi boşalttım ve artık Bodrum-Çeşme-İstanbul hattına hazırım. Tüm partilere, koşuşturmalara, kaçamaklara hazırım. Hem de uçurumun dibinde yaptım tüm bunları.




UÇURUMUN KENARINDA SIFIRLANMAK




Fethiye yakınlarında Kelebekler Vadisi'nin iki kilometre uzağında Likya yürüyüş yolu üzerinde Faralya adlı bir köyde yani uçurumun kenarındaki Nautical'da sıfırlandım. Aslında üç gün kendimi Leonardo Di Caprio'nun Beach filminin bir kahramanı gibi hissettiğim için de sıfırlanmış olabilirim. Bu Hollywood filminin içine gece giriş yaptığım için aslında olayın tam da ciddiyetinin farkında değildim. Sabah uyandığımda anda tüm gerçekle yüzleştim. Bu hissi aslında ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Çocukluğuma döndüm. Uzun süredir kaybettiğim kendimi de buldum diyebilirim.




Cırcır böceklerini dinlemek, dalga seslerini duymak, karıncaların etrafınızda olması, yemyeşil bir doğanın içinde nefes almak. Ve tabii istediğim an dalından şeftali, salatalık, domates kopartıp yemek. Yolda asla tabelası olmayan, küçük tatil otelleri kitapçıklarında yer almayan gizli bir cennet burası. Öyle ki, bozulacak diye dokunmaya kıyamadığınız...




SAKIN YAZMA OLUR MU?




Tabii biz sosyal medya bağımlısı insanlar hemen "İnternet var mı?" demeden edemedik. Öyle ki, odalarında televizyon bile olmayan bu gizli cennete kendimizi teslim etmemek için bir hayli uğraştık bile diyebiliriz. Neyse sonunda sistemin alıştırdığı alışkanlıklarımıza geri dönerek güzel fotoğraflar paylaşmadık değil. Öyle ki, birçok arkadaşım arayarak "Ne olur fotoğraf paylaşma, hatta köşende yazma. Kimse keşfetmesin oraları. Biz gidelim önce" diyen bile oldu. Ama keşfedilsin. Hatta öyle ki, hiç üşenmeyin lütfen gelin ve unuttuğunuz hislerinizi yeniden keşfedin.




Doğanın içine kendinizi bırakın. Burada gece kulübü yok, yüksek sesle müzik yok.




EVİNİZDE HİSSEDİYORSUNUZ




Bin yıl düşünsem buralarda böyle bir yerin olduğunu aklıma getiremediğim yerde beni kendilerine hayran bırakan iki kadın ile tanıştım. Biri Alman yirmi yıldır Türkiye'de yaşayan ve hatta bir Türkten daha iyi Türkçe konuşabilen Betina ve Aslı. İşte bu iki kadın kendinizi kesinlikle evinizde hissettiriyor. O yüzden de bu küçük köyde rahatlıkla çocukluğunuza dönebilirsiniz.




İKİ KİŞİLİK KAYBOLMAK




Nautical'ın hemen kapı komşusu; İtalyanca da "iki kişilik", Fransızca da "kayıp" demek olan Perdue var. Burası da bildiğiniz bir çadır bölgesi. Ama modern ötesi çadırlarda konaklıyorsunuz.




Küçük, konforlu bölgenin keyfini çoğunluk olarak turistler sürüyor. Çünkü malum turistler keşfetmeyi ve bu tarz tatil anlayışını çok severler. O yüzden bu gizli tatilin tadını çıkarıyorlar diyebilirim.





İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR