Röportaj: Reşit ÖZET
Dünya Tarihi ve Osmanlı Tarihi gibi birçok önemli konuda eserler yazmış bir yazar, akademisyen ve aynı zamanda da iki kız çocuğu annesi olan Hülya Kalyoncu ile Çırağan Sarayı'nda bir araya geldik. Kalyoncu, sanat tarihi tutkusundan, eğitim hayatına ve klasik müziğe olan ilgisine kadar her şeyi HT Kulüp Yazı İşleri Müdürü Reşit Özet’e anlattı...
Akademik kariyerinize nasıl başladınız? Biraz anlatır mısınız...
H.K: Aslında ben İstanbul Üniversitesi İktisat bölümü mezunuyum. Bayağı bir zaman sonra sanat tarihine geçiş yaptım. Sanat Tarihi üzerine Kadir Has Üniversitesi’nde yüksek lisans ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde de doktora yaptım. Şuanda da üniversitede kadrolu olarak derslere başlıyorum. Daha önce Marmara Üniversitesi’nde de ders verdim.
Sanat Tarihi tutkunuz ne zaman ortaya çıktı?
H.K: İlk olarak ortaokul yıllarında diyeceğim. Benim için inanılmaz bir şeydi. Ayasofya’ya ders kapsamında gitmiştim. Gerçekten Ayasofya’ya girer girmez büyülendim. Yapının güzelliğinden ihtişamından çok etkilendim. Daha sonra yurt dışına gittiğim zamanlarda müzeleri gezmek ilk talebim olmuştur. Oradaki müzelerde gördüğümüz tabloları ne yazık ki buralarda çok fazla görmüyoruz. İlk olarak Louvre Müzesi’nde Napolyon’un eşi olan imparotoriçenin Josephin’e taktığı tacın bir tablosu var. İnanılmaz bir tabloydu. Onu ilk gördüğüm zaman büyülendim. Daha sonra sanatla ilişkim devam ettikçe o tablonun aslında çok sembolik anlatımları da olduğunu öğrendim. Onun dışında yine müzelerde Rokoko döneminide gördüğümüz özellikle melek figürleri. Fransua Buşe diye bir sanatçısı var. O dönemin en önemli sanatçılarından birisi. Onun tablolarında gördüğüm mitolojik anlatımlar, venüs portreleri ve yanlarındaki o küçük eroslar beni çok etkilemişti. O kadar çok bakmışım ki o figürlere benim kızlarım da meleklere benzedi. Sarışın, kıvırcık saçlı ve beyaz tenli çocuklar oldular. Tabi bunlar bende birikim yaptı. Özellikle yurtdışına çıktığınızda Roma ve Floransa’da sokaklarda sanatın her alanını her yerde görüyorsunuz. Floransa benim için mükemmel. Burada uzun bir süre yaşamak isterim diye düşünebileceğim bir şehirdi. Özellikle Toskano bölgesi o Rönesans döneminin dahilerinin yetiştiği, Leonardo Da Vinci’nin yaşadığı yerler ve oralara gitme şansım da oldu. Bunların hepsi bende sanat birikimi oluşturdu. Bunun yanı sıra klasik müziğe de ilgim vardı. Şan eğitimi aldım.
Sanırım öğrencilik yıllarında müzikle iç içe büyüdünüz... Çocukken şarkıcı olma hayaliniz var mıydı?
H.K: Kesinlikle. Öğretmenlerim beni konservatuara yönlendirmek istemişti. Okul döneminde korolarda solistlikte yaptım. Hatta üniversitede de iki ayrı korodaydım. Çok sesli koro ve birde sadece aryaları söylediğimiz biraz kilise tarzı müziklerin söylendiği farklı bir koroda da bir süre bulundum. Klasik müziğe de gerçekten inanılmaz bir sevgim vardı. Bazı özellikle Barok dönemin sanatçıları beni büyülüyor. Mozart, Beethoven zaten tartışılmaz. Örneğin bir Pachelbel vardır. Ben onun eserini her duyduğumda gerçekten büyüleniyorum. Tabii bizim sanatlçılarımızdan da Fazıl Say müthiş bir yetenek. 2 sene önce Beethoven’ın 250. doğum yılı kutlamaları vardı. Fazıl Say’ın bu sebeple yapmış olduğu bir konser var. Beethoven’ın aslında piyano için hazırlamış olduğu sonatları, konçertolarla birlikte yorumlamış. Aslında kendi yorumu da değil. Beethoven’ın yaşasaydı nasıl yorumlardı şeklinde bir konserdi. Gerçekten orda Fazıl Say’ın Beethoven’ı yorumlayışı da beni çok büyüleyen çalışmalardan birisiydi. Bu süreç sırasında sürekli kurslara devam ettim. Türk sanatlarına dair duayen hocalardan dersler aldım. Girdiğim müzeleri sadece gezmekle kalmıyorum. Mutlaka kitaplarını topluyorum. Seyahate her gittiğimizde eşimin de büyük bir cd koleksiyonu vardır. 15-20 bin adetlik. O bir bavul cd toplarsa bende bir bavul kitap toplarım. İçinde çok nadide eserlerin bulunduğu kütüphanem var. Kitaplarım çok kıymetli. En büyük hazinem onlar.
İstanbul tarihi binlerce yıl öncesine dayanan bir kültür mirası başkenti. Sizin İstanbul’da beğendiğiniz bir tarihi yerler nereler?
H.K: İstanbul’un neresi beni etkilemiyor ki. İstanbul medeniyetlerin buluştuğu bir kültür hazinesi. Roma’dan daha öncesine gittiğiniz zaman ilk yerleşim yerleri. Antik Yunan’dan Bizans’ın gelmesiyle başlıyor. Aslında Fikirtepe’de başlayan bir karkedion bölgesi. Sonra Doğu Roma İmparatorluğu. Aslında Roma kültürü İstanbul’un kökeni. Daha sonra ihtişamının en yüksek olduğu dönem Osmanlı Dönemi. Tabi ki bir Süleymaniye Camisi, Ayasofya zaten dünya kültür mirası. O 6. yüzyılda yapıldığı zaman ses getirdi. İstanbul inanılmaz bir kültür birikimi. Benim bir hocam vardı. Onun bir sözünü hiç unutmam. “30 sene İstanbul’u gezdim. Hala bitiremedim” derdi. Gerçekten bende İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Yıllardır birçok yerini gezdim ama inanın benim bile gitmediğim bir medrese, bir hamam vardır.
Sanatla uğraşmak güzel ve bir o kadar yorucudur. Eşinizin bu konuda size yaklaşımı nasıl? Size bu konuda destek oldu mu?
H.K: Aslında biliyorsunuz sosyal hayatımız çok yoğun oldu. Pandemi öncesi ve sonrası diye ayırabilir. Pandemi dönemi her şey biraz daha yavaşladı. Ama zaten ben yapacağım birçok şeyi pandemiye kadar yaptım. O süreç içerisinde zorluklar yaşadım. Çünkü onun yaşamından çalmam gereken çok zaman oldu. Çok emek verdim. İktisat disiplininden farklı bir alana geçtim. Herkesten çok fazla çalışmam gerekti. Yüksek lisansı gece gündüz çalışarak birincilikle bitirdim. Hiç unutmuyorum mesela Orlando’ya tatile gitmiştik. ALES sınavına girecektim. Bütün gün dışardasınız ve ben onlar uyuduktan sonra gece kalkıp sınava çalışmıştım. Çünkü döner dönmez sınavım vardı. Bunların hepsinde destek verdi mi emin değilim. Ama onun da tabi ki kendine göre haklı sebebleri vardı. Benim bitmeyen sanat tarihi aşkım onu da mutlu ediyor. Bu pandemi dönemi üzücüydü koronavirüste atlattık ama benim için bir fırsatta oldu. Bu süreçte yarım kalmış işlerimi tamamladım. Bir buçuk yıl gece gündüz çalıştım. Yayınlar çıkardım. Çeşitli makaleler yayınladım. Doçentliğe başvurdum ve şuanda da onun sonucunu bekliyorum.
Biraz aile yaşantınızdan bahsedelim. Kızlarınız sizden uzakta bir eğitim süreci geçiriyor. Bu sizin için zor oluyor mu?
H.K: Büyük kızım Eda 16 yaşından beri yurtdışında okudu. İsviçre’de okudu ve mezun oldu. Boston’da da üniversiteyi okudu. Oradanda New York’a geçti. New York’ta çalışıyor. Yönetmen olacak inşallah. Benim isteğim bu yönde daha doğrusu. Henüz yön çizme aşamasında. Küçük kızımda seneye üniversite hazırlığında olacak. Büyük bir ihtimalle ablasının yanına gidecek gibi görünüyor.
Cem Bey sürprizlerden hoşlanan biri sanırım. Sizin için unutulmaz olan bir sürprizi var mı?
H.K: Böyle şeylere çok kıymet verir. Böyle şeylere de ve çokta hassas ve düşünceli bir kişiliği vardır. Uzun yıllar bana böyle üç kişinin taşıdığı bin adetlik güller gönderdi. Tabi çok güzel ama ben artık güllerin solduğunu gördükçe üzülmeye başladım. Bunların dışında mutlaka seyahatler planlar. Çok iyi bir eş ve babadır. En unutamadığım aslında şu oldu. Pandemi öncesinde doğum günüm vardı ve bavul yap bir yere gidiyoruz. Beklediğim bir şey değildi şaşırdım. Sıcak bir yere gidiyoruz dedi. Ben yurtiçi düşündüm. Acaba dedim sevdiğim bir yer Mardin’e gidiyoruz diye düşündüm. Sonra Napoli’ye geldik. Napoli’de benim çok görmek istediğim özel bir yer. Herhalde dedim buradayız. Yok dedi burası transit bölge burada olmayacağız dedi. Havaalanında bir arkadaşlara rastlandık. Onlar, sizde Andrea Bocelli’nin konserine mi geldiniz dedi. O an anladım ki biz hala yolumuza devam ediyormuşuz. Toskano’ya daha önce de gitmiştim ama bu anlamda olmamıştı. Çok uzun zamandan beri gitmek istediğim bir konserdi. Sürprizi buymuş. O gezimizde yine ayrıca benim çok sevdiğimi bildiği için beni Leonardo Da Vinci’nin kasabasına götürdü. Bunların hepsi birleşince benim için müthiş bir sürpriz oldu. Her zaman sürprizler yapmıştır ama bunlar özellikle benim alanım olduğu için bende bıraktığı iz daha fazla oldu. Kendisine bu anlamda her zaman için teşekkür etmişimdir.
Geçmişte hayalini kurduğunuz ama gerçekleştiremediğiniz bir şey oldu mu?
H.K: Okul yıllarında astronot olmak istemiştim. Uzaya karşı da ayrı bir merakım vardı. Einstein okurum. Fiziğe merakım vardı.
Gizlediğiniz bir maceracı yanınızda var. Şu anda bir uzay seyahati olsa katılmak ister miydiniz?
H.K: Kesinlikle isterdim. Hatta ilk çıkış talebinde bulunanlarından biri olabilirdim. Uzayın o sonsuzluğunu çok merak ediyorum. Gerçekten büyük bir girdap aslında o kara delikleri bile merak ediyorum. Bu benim için bir hayal. Küçük kızımı şuan mesela NASA’da görmek istiyorum. Tabii bu benim hayalim. O finans okumak istiyor. Bunun dışında çok ünlü bir piyanist ya da bir opera sanatçısı olmayı isterdim.
Pandemide çalışmalarınıza ara vermeden devam ettiniz. Bir sanat tarihi tutkunu olarak kitapta çıkardınız…
H.K: Benim yaklaşık 7 sene önce çıkarmış olduğum esas kitabım var. Yıldız Porselenleri kitabım. Bu doktora tezi konumun bir kısmıydı. Aslında çok daha geniş bir çalışma. Dünya porselen tarihini de yazdım ama henüz yayınlanmadı. Bu pandemi süresinde dediğim gibi doçentlik doktorası yapmak için hazırlamış olduğum birkaç kitabım var. Bunlar da daha çok Osmanlı üzerine. Osmanlı Tarihi ve Osmanlı Sanatları üzerine. Bir tanesi geleneksel el sanatlarımız bir tanesi de Osmanlı’nın gündelik yaşamını, 19 yy’da Osmanlı’ya gelen seyyah sanatçıların ve yerli sanatçılarımızın yapmış olduğu tablolar eşliğinde anlattığım bir kitabım var. Bunun dışında seramik tarihini anlattığım, Tarih Öncesi Çağlarda Seramik adlı bir kitabım var. Ayrıca sadece İstanbul manzaralı konuları çalışmış, yine bu Avrupalı sanatçılar, seyyah sanatçıların yapmış olduğu çalışmaları hazırladığım bir kitap var. Bu benim için gerçekten kendi adıma önemli bir çalışma oldu. Çünkü hem Osmanlı’nın son dönemine hem Turquerie modasıda var Avrupa’da bu dönem yaşanan. Özellikle 18-19 yy sanatçılarının yapmış olduğu bu tablolar Avrupa’daki bu merakı daha da arttırdı. Bu Osmanlı’nın iyi yönlerine de etki etti. Osmanlı için sanatsal anlamda iyi yönlü bir gelişim. Bunları da anlatmış olduğum bir çalışmam var ama gerçek amacım bunların hepsinin bir araya toplanabildiği çok daha kapsamlı bir yayın hazırlamak.
Pandemi sürecinde en çok neyi özlediniz?
H.K: Dostlarımı özledim. Ilişkiler devam ediyor. Tümden kopmadık. Maskelerle olsa da görüşmeler bir şekilde yapıldı. Ama o sarılmalar falan biz Türkler çok sıcak bir milletiz. Ben Kanada’ya gittiğimde çok şaşırmıştım. Bizimki gibi sarılma ve öpüşme yok. Çok sevdiğim Kanadalı bir aile ile kalmıştım. Hiç alışkın değillerdi. Ben okula giderken sarılırdım. Bunlar pandemi döneminde olmadı. Henüz ne yazık ki toplumsal bağışıklık kazanılmış değil. Mutlaka bir sarılmak istiyoruz ama hep tedbirliyiz. Kendimizi çekiyoruz bunları özlüyorum. Seyahat etmeyi özledim. Gerçekten dünyada çok yer gördüm ama hala görmek istediğim birçok yer var. Kızım Amerika’da olmasına rağmen gidemedik. O yüzden artı ve eksilerinin olduğu bir süreç olarak düşünüyorum.