-O benim takip etmiyorsa ben de etmem.




-Resmimi like etmiyor. Ben de onun resmini like etmiyorum.




-Benim doğum günümü fotoğraflı Instagram'da kutlamıyor. Ben de kutlamam.




-Beni aramadı ben de aramam.




-Bana selem vermedi ben de vermem.




-Beni sevmiyormuş. Sağda solda konuşuyormuş. Ben de sevmiyorum ben de sağda solda konuşuyorum.




-Ben onun işini bağladım. Ama şimdi bozmak için uğraşıyorum. Bugün yarın kovulur.




-Bilmem kimin sevgilisine bayıldım. Onu elde etmem lazım.




-Çocuk tuvalete gitti hadi peşinden gidelim. Sevgilisi burada, yalnızken ona telefon numarası verelim.




-Ne yapıp edip evlenmem lazım. Üç ay sonra boşanırım olur biter. Ben de özgürlüğüme kavuşurum.




-Kendisi çok zengin. Çocuğu ondan doğuracağım tabii kimden doğuracağım başka? Sevmiyorum ama olsun.




-O kadın, o adamdan boşanacak. İşte o kadar. O adamı benim almam lazım.




-Evet o kız onunla birlikte olmuştu ama olsun. Piyasada herkesin gözü onda ben de çıkarım o kızla namım yürür.






Erkekler bir araya geldiği zaman




Gerçekten inanamıyorum. Sürekli gezen, lüks mekânlara yemeğe giden, gece kulüplerine girip çıkan bir güruh var. Ve bu güruh genellikle 3-5 erkekten oluşuyor. Çoğu zaman bu erkek topluluğu ile bir araya gelip sohbet ediyorum. Bir an susuyorum ve aralarındaki konuşmalar aynen şöyle: "Bilmem kim, bilmem kimle çıkmış. Güzel kız", "O resmini gördün mü? İnanılmaz güzel", "Bizi buluşturacaklar yemek yiyeceğiz. Kimleri araya sokmadım ki sonunda bir buluşma koparttım", "Evet bizim arkadaşla da olmuş daha önce, bu hafta buluşacağız." İnanın atmıyorum. Abartmıyorum da. Bu cümleleri kuruyorlar. Yani sadece kadınlar bir araya geldikleri zaman karşı cinsten konuşmuyor. Erkekler de konuşmalarının çoğunluğunu kadın sohbetine ayırıyor artık.




Cuma-cumartesi İstanbul




Yılın ilk ayları biraz tatsız geçer İstanbul geceleri. Özellikle ocak ayında birçok mekân boş kalır. Tabii bu sene havaların da buz gibi gitmesi mekânların boş kaldığı dönemi daha da uzattı. Ocak ayı kısır geçti ama cüce şubat zamanı hareketlilik başladı. Mesela daha bu hafta mekânların doluluk oranı yükselmeye başladı. Cuma ve cumartesi birçok mekân kalabalıktı. Bu iyi bir şey. Önümüzdeki haftalardan itibaren daha güzel ve hareketli geceler başlayacak anlamına geliyor.




Sapla saman iyice karışıyor




Bu ülkenin en büyük karmaşası bu işte. Sapla saman karışıyor. Eğlence programını bir anda siyasi platforma dönüştürmek isteyen ve ortamı daha da germek isteyen insanlar günden güne kendini göstermeye başladı. Ama bu değil. Bana da kızıp küfür edenler oluyor. Hatta "Ülkede neler yaşanıyor sen bihabersin" diyorlar. Bu ülkede yaşayıp bihaber olmak mümkün mü? Olacak iş mi? Sadece sap ile samanı ayırt edebiliyoruz. Herkes görevini yapsa zaten karmaşa olmayacak. Zaten bilip bilmeden, kulaktan duyma konuşan, yazan o kadar çok insan var ki. Tüm ülke olarak böyle olsak halimiz nice olur? Şimdi de şov programları hedef alınıyor. Zaten bir elin parmağını geçmeyecek şov programı kaldı memlekette. Amaç onları da huzursuz etmek, yayından kaldırılmasını sağlamak. İyi o zaman komple karartalım her şeyi. Ekranda siyasetten geçilmesin. Ülke olarak kafayı yiyelim. Önceki gece de Okan Bayülgen'in programında olan oldu. Ama Beyaz'da yaşanan tecrübe sonrası yılların tecrübeli Okan'ı olayı harika bir konuşmaya çevirdi. Bence yaptığı en doğru üç şey:




1-Yayını kesmemesiydi.




2-Eylem yapmaya çalışan kızın üstünü giyinmesini sağladı, gayet sakin, koruyucu bir ses tonuyla konuştu ve "Burası eğlence programı, benim ödevim eğlence programı yapıp insanları eğlendirmek. Sizin bu tarz protestoları siyasi içerikli programların gerçekten siyasi yazarların platformunda yapmanız gerekiyor. Ben seni ve kanalımı korumak zorundayım" dedi.




3-Eylemciyi hiç konuşturmadan "Hem Beyazıt Öztürk'ün programı hem de benim programım kullanılır bir alan. Ama ikimizin de bununla başa çıkması gerekiyor" diye olayı içten samimi bir şekilde anlatmasıydı.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR