“BİR yerin özlemini duyduğumuzda, gerçekte o yere karşılık gelen zaman dilimini arıyoruzdur; yerleri değil zamanları özleriz...”demiş ya Marcel Proust, Allah’ın belası 2016’nın son birkaç gününde geriye dönüp baktığımda topu topu birkaç küçük ‘an’ gülümsetiyor yüzümü...

Geçen 365 günün bir muhasebesini yapmak için oturduğum şu 17 inçlik ekranın karşısında elimde BKM’nin 20 yılının dökümünü yapan ‘Hayalciler Birliği’ kitabıyla 30 yıl geriye gittim birden... Daha çok ‘gülümseten an’ bulurum diye belki de...

30 yıl geri gittiğinde annesi ve babasının gençlikleriyle karşılaşan Marty McFly kadar ‘şanslı’ olmadığımdan, geçmişe yolculuğumun daha en başında ergenliğimin en havalı pop yıldızı George Michael’ın ölümüyle karşı karşıya kaldım!

Meyve suyu, kola ve kuru pastalı ev partilerinde ‘Wake Me Up Before You Go Go’ diye salonun ortasında manasız hareketlerle sağa sola zıpladığımız 80’lerde onun ‘Careless Whisper’ıyla ‘sevdiğimiz’ kızların elini tutmak nasip


oluyordu... Ergenlik işte...

Devir imaj devri, artık ‘acının bile celebrity’si var’. Aramızdan ayrılışı halkımız nezdinde ‘trending topic’ olan Michael’dan birkaç gün önce,’In The Army Now’ şarkısıyla 80’lerdeki ev partilerimizin baş köşesinde oturan, Status Quo’nun gitaristi Rick Parfitt’in ölümündense ülkemizde birçok kimsenin haberi bile olmadı ne yazık ki! Hayat işte...

‘YAPAMAZSINCILAR’ HEP VAR!

Yılmaz Erdoğan, ‘Hayalciler Birliği' kitabında 1980'lere dönerken “Anılara dalmak basınçlı bir şey... Şu an onunla baş etmeye çalışıyorum...” diyor.

Anıların içine dalıp mutlu mesut yüzerken arada sırada başını suyun üzerine çıkarma ihtiyacı duyuyor insan. Anılar da hayat gibi çoğu zaman insanın boyunu aşıyor çünkü. Neyse, Erdoğan’ın, 1980’lerin sonunda herkesin “Yapamazsın” dediği günlerde Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu’ndan içeri ‘yetenekli yazar’ olarak girip harika bir kariyerin ve Necati Akpınar’la muhteşem bir dostluğun ilk adımlarını attığı günlerde, ben George Michael şarkılarıyla dingildeyip


lise yıllığıma “... edebiyat okuyup gazeteci olmak istiyor...” yazdırıyordum.

Bana da “Yapamazsın” diyenler vardı... Hep vardır bu ‘yapamazsıncılar’ işte...

YETENEKLİ BİR YAZAR MIYIM?

Yılmaz Erdoğan ile Necati Akpınar’ın 1990’ların ortasında Beşiktaş Kültür Merkezi’nin ilk çivilerini çaktığı günlerde ben ‘hayallerimin okulu’ Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün sonuna gelmiştim. Bir yandan da yıllar önce Erdoğan’ın


geçtiği yoldan geçip bir tiyatro oyunu için ‘yetenekli yazar’ arayan Levent Kırca’nın 4. Levent’teki stüdyosunda dünyanın en acıklı skeçlerini yazıyordum. Hâlâ merak ederim “Yetenekli bir yazar mıydım acaba?”

Erdoğan ve Akpınar ‘Hayalciler Birliği’nin ilk dönem üyeleriyle BKM’de ‘Otogargara’yı sahneye koyarken ben ‘tek kişilik hayal birliğim’le bir gazete ilanının peşinde Sabah Gazetesi’nin İkitelli’deki binasından içeri giriyordum...

Yılmaz Erdoğan ve Necati Akpınar yanlarına Demet Akbağ, Cem Yılmaz, Ata Demirer ve daha bir dolu ‘hayalciyi’ alıp BKM’yi her geçen gün daha da büyütürken ben de neden, ne zaman olmaya karar verdiğimi hatırlamadığım ‘gazeteci’ olmuştum. Hayal işte...

ÖZLEDİĞİM ZAMANLARIN PEŞİNDE

‘Hayalciler Birliği’nin sayfaları arasında dolanırken ‘yerler’ değil ama özlediğim ‘zamanlar’ gözümün önünden akıp gitti. Artvin Macahel’de az ilerdeki minik şelalenin şırıltısını dinleyerek yıldızların altında uyuduğum o gece gelip yanı başıma oturdu mesela.

Aylesbury’de İngilizce konuşamadığım ama sular seller gibi İngilizce bulaşık yıkadığım pizza restoranında Innes’in dinlettiği Echo and The Bunnnymen’in ‘Ocean Rain’ albümü çalmaya başladı kafamın içinde.

Geçen bir yılın değil de yavaş yavaş biten bir hayatın muhasebesini yapıyorum daha çok son zamanlarda... Prince’ten David Bowie’ye, Leonard Cohen’den George


Michael’a birlikte büyüdüğüm ‘dostlar’ birer birer gidiyor... Yaşama asılmam, asılmamız için daha çok ‘Hayalciler Birliği’ üyesine ihtiyacım, ihtiyacımız var bence... Farkındayım şu içinden geçtiğimiz günlerde çok ‘hayali’ bir temenni gibi göründü bu ama ne yapayım... Hayat işte...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR