Onun soyadı bir marka... Her ne kadar kendisini “Allah’ın dağından gelmiş Denizlili bir işadamı” olarak tanımlasa da Ahmet Nazif Zorlu, dünyanın en zenginleri listesinde ilk 535 kişi arasında.... “En büyük hayaliniz nedir?” dedim, anlattı: “Dünyayı gezeceğim, iş için değil, gerçek gezi.. Tabii dayanamam işadamı gözüyle yine bakarım ama birkaç yıl içinde yoğun iş hayatından ayrılacağım, ilk önce Kamboçya’ya gideceğim... Görmediğim yerleri gezdikten sonra daha mütevazı bir hayat hayal ediyorum, vücudum da beynim de öyle mesaj yolluyor bana...’’ Pazartesi Sohbeti’nde bu hafta Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ile hem başarıyı hem zengin olmayı hem de Türkiye’yi konuştuk...
*Forbes Dergisi’nin en zenginler listesinde yer almak nasıl bir his? Biliyorum ilk değil ama...
(Gülüyor) Güzel bir şey, geçmişe baktığım zaman insan duygulanıyor. Hatta dünyada ilk 535’e girdik. Müthiş gurur verici tabii..
*Dergi çıktığında heyecanlanır mısınız? Hemen bakar mısınız “Kaç numarayım” diye?
Bakarım tabii, bakmaz mıyım? Bu tarz şeyler insana şevk veriyor, azim veriyor, heyecan veriyor. Tabii borsa yüzünden Türkler bu yıl biraz sıra kaybetti. Yoksa örneğin benim şirketin değeri mi düştü? Yoo, borsadan ve düşüş yüzünden.
*Türkiye’ye oturduğunuz yerden baktığınızda ne düşünüyorsunuz? Olumsuz düşünen çok...
Kötü ve olumsuz düşünerek hiçbir yere varılmaz. Bir yola çıkıyorsunuz, başlıyorsunuz söylenmeye... “Deprem olacak, başıma bir şey gelecek, önümü kesecekler’’ bahane bin bir tür. Yahu böyle bir yere gitmek mümkün mü? Hiçbir zaman negatif düşünmedim, hep pozitif. Kaza geçirdim, o zaman bile böyle düşünmedim.
*Başarı ne demek sizin için? En zengin listesine girmek başarı mı örneğin?
Hayır değil. Ülkeme, etrafıma faydalıysam, istihdam yarattıysam ve birileri nemalanıyorsa, benim için başarı odur. Başarı eşittir, ülkeme fayda...
*Hiç B planınız var mı? Bazı iş insanlarından yurtdışına yerleşmekle ilgili sözler duyuyorum.
Hiç yok, hiçbir zaman da olmadı. Denizbank’ı sattıktan sonra çok param oldu. Gidebilirdim, istediğim ülkede istediğim şeyi yapabilirdim. Ama kendi ülkeme yatırım yaptım. O parayı aldım, bir misli daha borçlandım. Denizbank’ı sattığımda 16 bin kişiydik, 30 bin kişi olduk. Başarı budur. Parayla başarı olmaz. Servet benim servetim değil ülkenin serveti, biz ancak yönetiyoruz. Ama öte yandan o dergilerde Türkler olarak yer almalıyız çünkü çok ezildik, çok kakıldık biz. Yaşamadığımız
zorluk kalmadı. O pasaport kuyrukları vs... Ülkemiz zenginleştikçe daha iyi olacak.
*Hangi alana dikkat etmek lazım?
Alan yok. Gençlere söylüyorum. Alanında fark yaratsın, yenilik getirsin. Piyasaları iyi takip etmek lazım. Moda diye bazı sektörün peşine düşmemeli. En iyi bildiğin alanda fark yaratacaksın, o kadar. “Herkes girdi, ben de gireyim’’ olmaz. Örneğin 70 yılında tabiri caizse merdiven altında Steve Jobs bilgisayar yapmış, “Ben bu gelişmeyi nasıl fark edemedim?” diye hırslandım. Babam “Oğlum sende akıl var ama fikir yok’’ diye bana takılırdı... Fikir çok önemli, gelişmeleri takip çok önemli.
'Rusya da gelecek'
*Dönelim başa, bu pozitif bakış açısıyla ülke nasıl gözüküyor peki?
Ülkem için yapamayacağım bir şey yok. Ne ihtiyacım var ki? Sabah kalktım işte, herkes gibi kahvaltı yaptım, farkım nedir ki? Hep zor bölgedeydik, hâlâ zor bölgedeyiz. Bakın yakın geçmişe sürekli krizler atlatmışız. Darbeler, ekonomik krizler.... Her 5-6 yıl boyunca ülkede kriz yaşamışız. 70’den sonra bire bir yaşadık. 2003’ten sonra ancak istikrar sağlandı. 91 krizinde duyardık “Falanca battı, falancaya haciz gitti” diye... “Nasıl oluyor da batıyorlar?” diye düşünürdüm.
*Nasıl batıyorlarmış?
Dengeli yatırım lazım, onu öğrendim. Çok şükür çok kötü günler yaşadık krizlerde ama batma eşiğini yaşamadık, babam 60 ihtilalinde yaşamış, atlatmışız. Hiçbir vergimizi, borcumuzu geciktirmedik, işçimizin maaşı da zamanında yatar çok şükür. Türkiye’ye inanın hiçbir şey olmaz çünkü Osmanlı’dan gelen çok güçlü bir devlet geleneğine sahiptir. Komşu ülkelere benzememiz mümkün değil. Çok inanıyorum, yanımızdaki Suriye olayı bitsin, Türkiye çok büyük bir hamle daha yapacak. Çünkü açılım yapacak ülkeler bize ihtiyaç duyacak. 90’lardan önce Rusya var mıydı? Tabii Özal’ın adımlarını da unutmamak lazım.
*Ne yaptı Özal sizce?
Türkiye’yi adeta kapalı kutu olmaktan kurtardı, açtı. Millet dünyayı görmeye başladı. Özal ile Başbakanlığı döneminde
karşı karşıya bile gelmedim ama Özal zenginiyim. İşadamlarının önünü açtı, imkânlar sağladı. Suriye, Irak sorunu bitsin, bakın her şey çözülecek. Rusya da gelecek, ihtiyacı var. Domatesi bile taneyle alıyorlar. Su yolunu bulur. Budur. Bu yıl özellikle turizm açısından bizim için zor bir sene olabilir, gerçekleri görmek lazım. Birinci ay daha olumsuz baktım ama ikinci ay ihracat geçen yılın üzerine çıktı, rahat nefes aldım.
'Keşke Zorlu Center'ı yapmasaydım!'
*İşe birini alacağınız zaman neye dikkat edersiniz?
İnsanın yüzü aynasıdır. Çok işi var ama ailenin önemli bir günü var. “Önce işim” derse benim için makbuldür. Çünkü başka türlü olmaz. Sen örneğin nasıl geldin bu noktaya Balçiçek Hanım? Çalışma arkadaşlarının ismi bile hatırlanmıyor,
niye? Sadece çalışkanlık. Yarışta ilk üçten bahsedilir sadece. Dördüncü olmayacaksın. Çalışma, fark yaratma, dürüstlük, o kadar.
*Peki ya pişmanlık?
(Bir sessizlik) İlk defa söyleyeceğim bunu.... Zorlu Center konusunda çok üstüme geldiler. Bazı kesimler bilmeden, duyduklarıyla, sanki biz orayı gasbetmişiz gibi davrandılar. 800 milyon dolar verdik devlete oysa... Çok da ihtiyacı vardı devletimin o zaman. Orada bir ara dedim ki: “Keşke bunu hiç yapmasaydım!’’ O hale getirdiler beni. Göz önünde diye eleştirdiler. İyi de göz önünde diye bu parayı verdik. Önce “Delisin!’’ dediler. Sonra uluslararası bir marka oldu. Ben ticari düşünmedim bile. Oteli, performans merkezi olsun. Kültür merkezinin eşi yok. Ben oraya yaptığım yatırımla çok başka şeyler yapabilirdim. Ama ülkemi çok seviyorum ve yatırım yapmaya da devam edeceğim. Allah’ın dağından gelmiş, Denizlili bir işadamıyım ben, dokuma tezgâhında çalışmış biriyim. Babamdan çok
büyük servet kaldı, o da dürüstlük, bu bana yeter.
'Ölümden korkmam ama muhtaç olmaktan korkarım'
*Helikopteriniz az daha düşüyordu, korkmadınız mı?
Hayır. Farkına bile varmadım. Gazete okuyordum. Sert bir iniş yaptık sadece. Hemen arkadan kapıyı açıp çıktım, kontrol ettim bir alev, yangın vs. var mı diye, gayet soğukkanlıydım. “Acaba çarptık mı?” diye endişelendim sadece. Hatta kazadan sonra “Hadi diğer helikoptere binip gidelim” diye önerdim. “Deli misin sen?’’ dediler bana. Bindim ama...
*Niye bu korkusuzluk?
Korkuya gerek yok, başınıza bir şey gelecekse bunun önüne geçemezsiniz. Tedbir senden, takdir Allah’tan. Tedbirli inişi yapmak da Allah’ın... Alın yazısı diye bir şey var. İster helikopterin olsun, ister uçağın.
*Mustafa Koç’un ölümü size ne hissettirdi?
Şimdi onu geçirdim içimden ve sordun. Geç tanıştım ama çok sevdiğim biriydi. İnan, biraz önce bir arkadaşımla hakkında konuştuk. “Keşke kendisine iyi baksaydı, biraz daha sağlığına özen gösterseydi’’ diye.. Allah rahmet eylesin. Bugün Türkiye Türkiye olalı bir işadamı için öyle cenaze görmedi. Ama öte yandan alın yazısı işte. Dünyanın en zengini olabilirsin ama neye yarar? Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Ölümünü ilk haber alanlardanım. İnanmadım. “Yok palavradır!’’ dedim. Her gün önünden geçiyorum yattığı yerin, aklıma geliyor, “Şurada yatıyor işte”.
*Sizi çok etkilemiş gözüküyor gidişi, siz de yoğun çalışan birisiniz. Kendi hayatınızı gözden geçirdiniz mi?
Tam da bu oldu işte. Şöyle bir baktım hayatıma. 3 hafta boyunca aklımdan hiç çıkmadı. “Dünyanın en zengin adamlarından
bir tanesi, bak gitti işte!’’ dedim kendi kendime... İşte bu yüzden son 10 yıldır kendime bakmaya karar vermiştim, daha da
önemsiyorum şimdi. Sadece ölüm yok ki hastalık var, felç var...
*En büyük korkunuz bu mu?
Bak Balçiçek Hanım, ölümden kormam ama ele güne muhtaç olmaktan korkarım. Kendi işini kendin göreceksin. O yüzden sporu hiç bırakmıyorum.
*Ne sıklıkla spor yapıyorsunuz?
Her sabah 06.00’da kalkarım nerede olursa olsun. 2.5 saat spor yaparım. Yüzerim, sonrasında yürürüm, ama dışarıda, asla yürüme bandında değil, kesinlikle tavsiye etmem. O sporu yapmadığım anda ben mevta, onu yaptıktan sonra şöyle bir oturup arkana yaslanıyorsun ya, en mutlu an işte o an. Seyahatlerimde bile hiç aksatmam. Yüzme havuzu olmayan otelde kalmam. Spor bir insanın yaş ömrünü yüzde 25 ile 30 arasında artırır.
*Ne oldu da böyle spor yapmaya başladınız?
1985 yılında başıma bir şey geldi. Ellerim uyuşmaya başladı. Müthiş stresliydim. Gömleğimi bile ilikleyemiyordum. 50-60 metre gidiyorum, ayağımın altına çiviler batıyor sanki... Gitmediğim doktor kalmadı. MR’lar, tedaviler vs... 15 gün çoluk çocuğu aldım işten uzaklaştım. Bir spor ayakkabısı aldım, yürümeye başladım. Sonra denize girdim, ardından 15 gün böyle geçti ve hayatım değişti. Sporsuz yaşayamaz oldum ve stresten uzaklaştım.
*Böylesine yoğun bir iş insanı olup stresten nasıl uzak duruyorsunuz?
Bazı şeyi görmeyeceksiniz. Bazen sağır, bazen dilsiz olacaksınız. Huzurunu kaçıracak şeyden uzak duracaksın.
*Duyarsız mı olacağız yani?
Ya yapacağın bir şey yoksa? Her şeyi gördüğü zaman insan yaşayamaz. Öyle bir noktaya geliyorsun ki, “Canımdan daha kıymetli değil’’ diyorsun. Biliyorsunuz, bir ada satın aldım ben. Aldığım vakit çekindim, “Adam zevkine ada alıyor diye konuşacaklar’’ diye... Eşim dostum da geliyor, ailecek paylaşıyorum. Yaptığım en kârlı yatırım o adayı satın almak oldu.
*Niye?
Hayatımın kalitesi değişti. Her hafta sonu oradayım. Köpeklerim var, yürüyorum. Bahçe ile uğraşıyorum. Dağ tepe çıkıyorum. Cep telefonuma bakmam bile.
*Hayatınızda ne oldu da bu noktaya vardınız? Eskiden böyle değildi?
“Yeter artık’’ dedim çünkü. Bana bir gün İsveçli bir dostum anlattı. İzin verdikleri çalışanlara şirketi aramalarına ya da işle ilgili bir şey yapmalarına izin vermezlermiş. O izin ancak o zaman izin olurmuş. O yüzden benim vücudum da aklım da hafta sonları izin istiyor artık.