Dışarıdan pek anlaşılmıyor olabilir ama Gezi Parkı'nın asıl olayı huzurdu. Perşembe gecesi harikaydı mesela. Kamuya ait bir parkta çadırlarını kurup sabahlamak dışında, kendini dinletebilme fırsatını bulamadı insanlar. Sonra sabaha karşı yapılan müdahaleler sonucu sürekli çatışmalar halinde geçen günlerin ardından salı gecesinden beri parkta yine o harika huzur vardı sadece. Birbirleriyle hiç alakası olmayan gençlerin çektiği halay vardı, rakip takımların birlikte hareket edip temizlediği bir park vardı, hiç tanımadığı insanlara yemek dağıtan kızlar vardı.

Hani bir festivale gittiğinizde aynı müziği dinlediğinizden dolayı oradaki tüm seyirci gözünüze bir yerden tanıdık gelir ya, o hesap!

Hiçbir ayrım yoktu orada. Ülkeyi karıştırmak isteyen gruplardan da sert davranışlı olanlar vardı belki ama Gezi Parkı'nda oluşan yüksek doz sevgi ağı o tip gençliği de sindirmeyi bildi. Atılan gereksiz sloganlar susturuldu, küfürlü duvar yazılarının üzerleri boyandı, park tamamen temizlendi. İnsanlar içtikleri sigaraların izmaritini bile yere atmadılar. Bir anda temizlik hastası modern ülkeler arasına sıçrayıverdik sanki. İşin en güzel tarafı da bunların yapılması için direktif veren bir kişi yoktu başta. Her şey içten geliyordu, her şey kendiliğinden. Park bana halk olarak birbirimizi ne kadar sevdiğimizi hatırlattı. Sınıf farkının ortadan kalktığı, herkesin birbiriyle kırk yıllık arkadaşıymış gibi takıldığı bir huzur abidesiydi adeta. Parka desteğe gelen ünlüler bile özel değildi o gün, herkes birdi. Belki de birilerinin bizim adımıza sorunlara çözüm üretmesindense biraz bizi bizle bırakmaları daha olumlu sonuçlar çıkarabilir. Ben o parkta ülkece her sorunu çözebileceğimizi hissettim.Türbanı da barış sürecini de, kadın haklarını da, azınlıkların haklarını da halk olarak bizler kendi aramızda halledebiliriz. Ben buna inandım, sanırım hepimiz inandık. kendimize geldik, hayatımıza bizden daha büyük anlamlar geldi. Herhangi bir şeyin değil, Türkiyeli olmanın, bu ülkede birlikte mutlu bir şekilde yaşamanın etrafında birleştik o parkta...




Avatar durumu




2009 yapımı James Cameron'un Avatar'ını büyük hayranlık duyarak izledik. Filmin sahip olduğu efekt teknolojisinin çok ilerilerde olmasını bir kenara ayırırsak, Na'vi halkının eski ve köklü bir ağaç çevresinde buluşması meselesi hepimizi etkilemişti. Ağacın etrafında birleşen farklı hayatlar yüreğimize değdi, dokundu.


Senaryonun neredeyse aynısını gerçek hayatta yaşamamız kaderin enteresan oyunlarından biri oldu. Film insanlığın doğal güzelliklere engel olma arzusunu fena halde eleştirmekte. Bu ara bir televizyon kanalı gösterse belki hemen herkes için ayıltıcı bir çalışma olabilir.




Gökkuşağı renkleri




Geçtiğimiz senelerde yapılan bir ankette "Kimle komşu olmak istemezsiniz" sorusunun cevabı olarak üst sıralardaydı eşcinseller.

Ankete göre büyük çoğunluk, seçme şansı olsa, eşcinsel bir komşusunun olmasını istemiyordu. Gezi Parkı'nda ise işler değişti. Parkın orta yerinde en başından beri faliyetini gösteren LGBT sakinleri salladıkları gökkuşağı bayrağı kadar renkliydiler. İstanbul'un bütün renkleri oradaydı evet ama LGBT'nin rengi bir başkaydı. Belki o park dışında hayat her zaman oradaki gibi eğlenceli değil, İstanbullular onları her zaman bağırlarına basmıyor, komşu bile olmak istemeyecek kadar çekiniyorlardı. Ama park her şeyi değiştirdi. Parktaki komşularıyla çok iyi geçindiler, yemek dağıttılar, etrafı temizlediler. Etrafa hep eğlence saçtılar. Park birçok insanı tanıştırdı, barıştırdı, savaştırmadı.







İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR