E.L. James'in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Grinin 50 Tonu'nu filminin galasına koşarak gidenlerdendim. Marie Claire'in düzenlediği davete gitmemin sebebi birkaç yıldır kadınların en sevdiği sohbet konusu olan kitapların ne anlattığını kısa yoldan öğrenmeye çalışmaktı aslında. Kadınları bu kitaba çeken entrikayı merak ettim açıkçası. Güçlü ve yakışıklı bir adamın filmin odağında olduğu bariz belliydi ama asıl olayın sado-mazo ilişkiler etrafında dönmesi beni fena halde şaşırttı. Annemin gençliğinde okuduğu Barbra Cartland'ın beyaz atlı prenslerinin yerini eli kırbaçlı, kadınına acı vermekten hoşlanan bir adam alıvermiş meğer. Türkiye'de ilk defa Ahmet Altan'ın ‘Aldatmak'ı ile ağır seks sahneleri ile tanışanlar, kitabı okuyup kendilerini Nirvana'ya ulaşmış gibi hissetti tabii. Hadi kitaptır, filmdir, insanın hayallerini besler. İyidir, sorun yok. Ama film çıkışı bütün konuşmalar yaşanan gerçek S&M maceralarına gelince daha da şaşırdım. Arabasının bagajında özel işkence aletleri çantasıyla gezen sosyetik kadınlar mı ararsın, kendini tavana astırıp dövdürmekten hoşlanan iş adamları mı ararsın ipin ucunun nereye vardığını tahmin bile edemezsiniz. Hadi fantezi konusunda her insanın limiti sadece kendini ilgilendirir ama S&M ilişkileri bir yaşam tarzına çevirip, acı çekmeden olaya dahil olamayanların bu kadar çok olduğunu düşünmemiştim. Zevkler ve renkler tartışılmaz tabi de içimden bunu yaşam stili olarak bellemiş insanların yanına gidip "Nen var kuzum" demek geliyor hani.




JAMIE'NİN TONLARI




Erotik üçleme olarak karşımıza çıkan serinin ilk filminde karakterlere alışıyoruz. Daha önce Calvin Klein iç çamaşırları da dahil olmak üzere birçok markanın kampanya yüzü olarak karşımıza çıkan İrlandalı Jamie Dornan, filmde oyunculuğu ile değil ama güzelliğiyle göz dolduruyor. Hatta o kadar ki, bizim salonda onun soyunduğu sahnelerde flaş patlatıp fotoğraf çekmeye çalışanlar oldu. Oyuncunun üyesi olduğu Sons of Jim isimli rock grubu ülkemize gelse, parçasını bırakmazlar sanırım. Film için ise modern zamanın ‘Pretty Woman'ı desek yanlış olmaz sanırım, zira 2015'lere gelindiğinde ilişkiler artık filmdeki kafaya daha yakın. Sevişme sahnelerinin gerçekçiliği çok başarılı olsa da film senaryo açısından doyurucu değil. Herkesin kitabı okuyup sinema salonlarına koşması beklenmiş fakat romanla alakanız yoksa Fransız kaldığınız yerler oluyor. Filmin genel atmosferinin ilgi uyandırıcı tarafı üçlemeyi bitene kadar takip edeceğimizi garantiledi bence.




DAYAK DEĞİL SEVGİ!




Seks için bile olsa adamın kadına davranış stili o kadar iticiydi ki, filmi izledikten sonra kadın ve erkek beyninin ne kadar farklı çalıştığını bir kere daha test etmiş oldum. Çıkışta arkadaşlarla yapılan mini sohbette "Basbayağı kadını bir güzel dövdü" diyecek oldum, kitabın fanatiklerinden bir hanım hemen atılıp "Dayak değil ki o, adam sevgisini öyle gösteriyor" deyiverdi. Pardon, diye gözlerimi büyütmek istedim ama kadınların ihtirası ile başa çıkmayacağımı bildiğim için lafı uzatmak istemedim. Modern kadınların dünyasındaki bu seksüel durumun gerçek hayattaki yansımasını cidden merak ettim. Dayak yedikten sonra "Kocamdır o benim, böyle seviyor ne yapsın" diyen kadın var mıdır cidden? Sevişme sırasındaki dayak ile koca dayağını bir tutmuyorum tabi ama aradaki bağlantıyı kurmaya çalışıyorum.







İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR