Steven Spielberg’in ‘Roma’nın 3 Oscar kazanmasının ardından yapımcısı Netflix’e savaş açtığı haberini okurken nedense Türkçe şiirde devrim yapan Garip akımının üç temsilcisi Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet geldi aklıma.

1940’ların başında şiirde ‘yeni unsurlar, yeni malzemeler, yeni söyleyiş tarzları bulmalıyız…’ diye yola çıkan üç şaire ‘eski’ ustalar öyle şiddetli tepki gösterdiler ki sanırsınız Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet, kelimeleri, harfleri yok ediyorlar!


‘Beş Hececiler’den Yusuf Ziya, 'Garip' akımının temsilcilerine ‘sanat cücesi’ deyip ‘Türk Gençliği’ni bunların ‘suratlarına tükürmeye’ davet ediyordu.

Oysa Garipçiler şiirde vezine, kafiyeye karşı değillerdi, onların derdi ‘vezinsiz, kafiyesiz şiir olmaz’ diyen kestirip atanlarlaydı. “Başka bir şiir mümkün” diye yola çıkan ve o günlerde ‘kelimeleri’ ‘garip’ bulunan üç şairin vezinsiz kafiyesiz ‘şiirleri’ bugün bile ezberlerde…

DİJİTAL Mİ KAĞIT MI?

Steven Spielberg’in ‘kaybedeceğini bile bile’ girdiği bu savaş medyadaki ‘kağıt-dijital’ tartışmasına da benziyor.

Önceki gün, 1 Mart’ta, eğer hala çıkmaya devam etse Hebertürk Gazetesi 10. yaşını kutlayacaktı. Binada kimse hatırladı mı bilmiyorum?

Yaklaşık 8 aydır Haberturk.com’daki arkadaşlarımızla gündem belirleyen haberler yapmaya devam ediyoruz. Gazete kapandığı ilk gün elim ayağıma dolanmıştı.

20 yıldır her sabah yaptığı ‘haberi’ kağıdın üzerinde okuyan biri olarak, gündemi bir ‘fare’nin yardımıyla ‘clik’leyerek takip etmek çok garibime gitmişti. Sanki ilk kez internete giriyormuşum gibi!

Dün geceyarısı arabayla eve dönerken birden, “Bugün gazetenin 10. yılıydı” diye beynimin içinde bir şimşek çaktı. Sonra son birkaç aydır elime hiç ‘kağıt’ gazete almadığımı fark ettim!

Hafta arası Oray Eğin, ‘Hürriyet bir seneye kapanır’ başlıklı yazısında, “Çok yakında hep birlikte çökeceğiz, bunun da sorumlusu ne iktidar baskısı olacak ne de ekonomik kriz. Sorun Türk medyasının hala dijital çağa nasıl adapte olacağını anlayamaması…” diyordu.

New York Times’ın eski yayın yönetmeni Jill Abramson’ın “Merchants of Truth” kitabında yıllardır merak edilen gazeteciliğin geleceğinin formülü açıkladığını yazıyordu Oray: “Gazeteciliğin yer aldığı platformlar ölebilir, değişebilir ama gazetecilik ölmüyor…”

Dijitalin 'gazeteciliği' öldürmediğinin şahidiyim. ‘Haberin’ kağıdın üzerinde olmaması ne haberi ortadan kaldırıyor ne gazetecinin önemini azaltıyor... ‘Dijital’ yayıncılık ‘gazeteyi’ öldürmüyor, başka platformlarda da ‘gazete’ yapılabilir diyor...

ŞİİR ÖLDÜ MÜ Kİ SİNEMA ÖLSÜN

çok farklı yerlere gideceğini söyleyen Steven Spielberg’in, Netflix’e açtığı savaşı bu yüzden nafile bir uğraş olarak görüyorum.

Hiçbir şeyin bir filmi ‘dev’ bir sinema salonunda izlemenin yerini tutmayacağını söyleyen usta yönetmenin, ‘romantikliğini’ anlıyorum.

Ama Netflix gibi dijital platformların ‘sinema’yı 'sinema salonlarını' öldüreceğine inanmıyorum.


Tıpkı vezin ve kafiyenin olmamasının ‘şiiri’ yok etmediği gibi! Spotify’ın müziği, dijital fotoğraf makinalarının fotoğrafı öldürmediği, kitapların cep telefonlarından dinlenmesinin edebiyatı bitirmediği gibi...

13 yıl önce ‘daha’ internet çağının emeklediği günlerde, ‘yeni teknolojiler sinema seyircisini bölecek mi’ sorusuna, “Seyirci teknolojiyle değil öyküyle ilgilenir. Ve umarım hep böyle olacaktır” diyen Steven Spielberg’in bu sözlerine katılıyorum. Ayrıldığım nokta, ‘iyi öykü’nün her yerde ‘her platformda’ anlatılabileceği.

Tıpkı Alfonso Cuaron'un ‘Roma’sı gibi; öykünüzü iyi anlattıyorsanız bunu nerede yaptığınızın bir önemi yok! Tıpkı iyi ‘haber’i, iyi ‘müziği’ nerede denlediğinizin öneminin olmaması gibi...



TAM OSCAR’LIK BİR KAVGA

Yakın bir gelecekte bir sinemaya gittiğinizde filmin 360 derece etrafınızda, başınızın üstünde, ayağınızın altında olacağını, oturduğunuz koltuğu istediğiniz yöne çevireceğinizi hayal eden birinin ‘dijital platformlara’ savaş açmaya hazırlandığını, Netflix yapımı filmlerin Oscar’larda yarışmaması için Akademi’yle görüşeceğini açıkladığını okumak ‘garip’ doğrusu.

Hele ki büyük stüdyoların sadece ‘blockbuster’ filmlerine yatırım yaptığını, kendisinin ‘Lincoln’ filminin neredeyse kablolu yayın yapan TV kanalı HBO’ya gideceğini söyleyen Spielberg’in, gözünün karartıp ‘Roma’yı yakması daha da şaşırtıyor insanı...

Noah Baumbach’ın Scarlett Johansson ve Adam Driver’lı yeni filmini, Brezilyalı usta Fernando Meirelles’in ‘The Pope’u, Steven Soderbergh’in Panama Belgeleri’ni konu alan Meryl Streep ve Gary Oldman’lı ‘The Laundromat’ı Netflix çektiğini, çok yakında Disney+, Amazon gibi streaming servislerinin de onu takip edeceğini düşünürsek Steven Spielberg’in oldukça ‘büyük’ bir cephede savaşması gerekeceğini ön görmek kahinlik sayılmaz!

Ama ben en çok, Robert De Niro’lu, Al Pacino’lu, Joe Pesci’li, Harvey Keitel’lı yeni filmi ‘The Irishman’i tıpkı, Roma gibi, sinemada ve Netflix’te aynı anda gösterime sokacak olan usta yönetmen Martin Scorsese’nin, Steven Spielberg’e ne diyeceğini merak ediyorum.

1970’lerde George Lucas, Brian De Palma ve Francis Ford Copolla’yla birlikte Hollywood’da bir devrime imza atan iki eski dost Spielberg'le Scorsese’nin ‘savaşı’ndan kaç Oscar’lık bir film çıkar acaba?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR