Bir şeyin olmasını çok istediğimde mutlaka onun olmasına engel olacak bir şeyler olacağını düşünürüm! Ve genellikle öyle de olur... Yani en azından bence öyle oluyor.

Ne demek istediğimi anlamanız için yukarıda yazının ilk cümlesinin karmaşıklığına bakabilirsiniz. Yazıya havalı bir cümleyle gireyim derken, anlaşılması için en az üç kez okunması gereken karmakarışık bir cümle kurdum! İlk cümlemle etkilemeye çalıştığım okuyucunun (sizlerin) kafasını karıştırdım..

Yazıya başlarken “Fiyakalı bir giriş yapayım istiyorum ama kesin yapamayacağım...” diye düşünüyordum ve bu düşüncem gerçek oldu. Aslında atalarımız benim 8-9 cümleye sığdıramadığım bu duygumu 3 kelimeyle anlatmış: “Korktuğum başıma geldi!” Evet tam olarak bu aslında, ne zaman bana kendimi iyi hissettirecek bir şeyler yapmaya kalkışsam, bir şeyler olur ve ‘kortuğum başıma gelir...’ Mutluluk için çıktığım yolun bir köşesinde başımı ellerimin arasında çökmüş, ne yana gideceğimi ne yapacağımı bilemez bir halde bulurum kendimi...

Geçen hafta sonu uzun süredir hayalini kurduğu küçük tatil için yola çıkarken de böyle oldu! “Kesin bir aksilik çıkar ve bu tatilim zehir olur!” diye düşünüyordum ki tekerlekleri yerden yeni kesilmiş, gri bulutların içinden gökyüzüne doğru sarsıla


sarsıla yükselen uçağın içi ‘ÇAT’ diye korkuç bir sesle birlikte bir flaş ışığıyla aydınlandı. Uçağa yıldırım mı çarptı yoksa dibinde bir şimşek mi çaktı anlamadım... Ne ölüm korkusu ne başka bir şey aklımdan geçen tek şey, “Bu tatilin boka saracağını


biliyordum” diye düşünmek oldu.

AT GİBİ AT ‘ZEKİ HANS’

Yıllar önce benim bu saçmalığıma psikolojide ‘pygmalion etkisi’ dendiğini okumuştum. Kendini gerçekleştiren kehanet de deniyormuş bu ‘aptal hissime!’ Aslında hayatın doğal akışı içinde olan olayları benim ‘aptal beklentilerime’ uydurma saçmalığım gibi bir şey, yani en azından ben böyle anladım. (Tabii bu etki benim durumumdaki gibi illa kötü şeyler olması anlamına gelmiyor. İyi düşünürsen iyi de olabiliyor...) Bu konuyla ilgili yazıları okurken bir atla tanıştım. Altı üstü iki gün her şeyden uzak, sadece güneşlenip yüzerek kafamı dinlemek isterken ‘Zeki Hans’ adlı atla nasıl yan yana geldiğimi bilmiyorum. En başta da dedim ya bu tatilin zehir olması için mutlaka bir şeyler olur tezimde bir at eksikti o da tamam oldu! 1900’lerin başında Wilhelm von Osten adlı matematik öğretmeninin toplama, çıkarma, çarpma ve bölme yapabildiğini, okuyup yazdığını, zamanı söylediğini iddia ettiği atı Zeki Hans, Almanya'yı şehir şehir gezip halka marifetlerini gösteriyormuş. Ünü ülke dışına Avrupa'ya yayılınca “Bu at ne ayak” diyerek bilim insanı Oskar Pfungst, Zeki Hans’ı incelemeye almış. Pfungst çalışmaları sonucunda Zeki Hans’ın sadece kendisini izleyen insanların vücut dillerini, beklentilerini algılayıp ona göre tepkiler verdiğini ortaya çıkarmış. Örneğin biri “2 kere 2 kaç?”diye sorduğunda toynağını yere vurmaya başlayan Hans 4.


vuruşunda soruyu soranın “Bildi” diye şaşkın davranışı karşısında birden duruyormuş.

Zeki Hans, soruyu soran cevabı biliyorsa tahmin etme oranı yüzde 90’lara kadar çıkarken, cevabı bilmiyorsa bu oran yüzde 5’lere iniyormuş. Durumun Hans’ın ‘zekâsıyla’ değil karşısındakinin ‘beklentisinin gerkçekleşmesi’yle alakalı olduğunu


ortaya çıkarmış Oskar Pfungst...

YAĞMURDA YÜZDÜM

Uçak yükselirken içimden yıldırım mıdır, şimşek midir neyse artık o gürültünün ve ışığın yeniden geleceğini düşünüyordum. Öyle ya ben tatile gidiyordum ve mutlaka bir aksilik olması gerekiyordu. Ne o ışık ne de o gürültü bir daha oldu. Sağ salim gideceğimiz yere gittik... Gök gürültüsü, şimşekler ve yağmur orada da peşimi bırakmadı. Ama bu kez hazırdım. Zeki Hans, belki kerat cetvelini bilmiyordu ama bana bir şey öğretti o kısa yolculukta. Hayatımdaki aksiliklerin en büyük nedenlerinin başında benim sürekli bardağın boş tarafını görüp, bütün olumsuzlukları hem bardaktaki hem kafamdaki ‘o boşluğa yormamdan kaynaklanıyor. Tıpkı gayet doğal şekilde 4 kez toynağını yere vuran Hans’ın 2 kere 2’nin cevabını doğru bildiğine inananlar gibi ben de ‘mutluluğumun’ orta yerinde birdenbire olan alelade şeyleri ‘benim bahtsızlığım’ gibi yorumluyordum... Ta ki geçen hafta sonuna kadar... Ne şimşekler, ne gök gürültüleri ne de yağmur bu kez bana engel olabildi. Korktuğum başıma gelmedi, sakınan göze çöp batmadı... Hayatımın en güzel 3 gününü geçirdim. Yağmurda yüzdüm, gök gürültüsü altında güneşlendim... Yolculuğumun ilk dakikalarında gri bulutlar arasında şimşekler ve gök gürültüsü arasında yükselen uçak bulutların üzerine çıktı... Masmavi bir gökyüzü ve bembeyaz bulutların üzerinde cennete gittim...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR