İnsan zamanla, 'zamanın' kıymetini daha iyi anlıyor! Yok yok hemen, "Ah artık yaşlanıyorum, günler su gibi akıyor, hayat geçip gidiyor..." diye dertleneceğimi düşünmeyin lütfen... Hayatı yıllara, aylara, haftalara, günlere, saatlere, dakikalara, saniyelere, saliselere bölen ilk insan evladı olmasa yekpare geniş bir an' gibi yaşayıp gidecekken, şimdi oturup akıp giden 'zaman' için kederlenmek eski bir hobimdi... Şimdi değişti. Daha doğrusu değişsin diye uğraşıyorum. Geçen hafta sonu 1 günün, 24 saatinin, 1440 dakikasının, 86 bin 400 saniyesinin her bir anını yaşadığımı hissettim ve bu ilk kez olan bir şey!

Genelde 'zaman' da kayıp gider ellerimden, haberim olmaz. Hani yılları unutmasam da ayları, günleri karıştırdığım çok olmuştur. Bir günde farkında olmadan aldığı 23 bin nefesin kıymetini uzayda oksijenle ilgili yaşadığı problem sonrası çok daha iyi anladığını astronot Chris Hadfield, gibi ben de geçen hafta sonu bozdurup bozdurup harcadığım 86 bin 400 saniyenin her birine ayrı ayrı sarılıp bir yerlere gitmemeleri için yalvardım resmen... Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde "Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?" diyen Tanpınar'ın ellerinden öptüm...

AN'I YAŞAMAK

'Zaman'la ilgili bu kadar çok düşünmeye başlayınca boş zamanlarımın büyük çoğunluğunu da 'zaman'la ilgili okuyarak geçirmeye başladım. Geçenlerde ‘The Order of Time' kitabının yazarı İtalyan fizikçi Carlo Rovelli'nin "Geçmiş ve gelecek diye bir şey yok" sözlerine denk geldim. Rovelli'yi tanımam ama tam da 'zaman'ın kıymetine kafayı taktığım bir dönemde önüme gelince (her ne kadar o biraz daha farklı bir şeyi anlatmaya çalışsa da) 'an'ı yaşamak fikri daha çok hoşuma gitti...

Bu kadar kıymetli bir şeyi böyle bilinçsizce harcadığım için kendime kızıyorum günlerdir. Üzerimdeki etkisini fark etmeden geçen 'zamanlarıma' üzülüyorum. Bilim insanları kurduğumuz cümlelerin -miş'li geçmiş zaman mı, -di'li geçmiş zaman mı olmasının bile davranışlarımızı etkilediğini söylüyor.

100 yıl önce zaman konusununa kafayı takan Alman psikolog Hermann Ebbinghaus insanların sabah saatlerinde akşama göre daha iyi öğrendiğini tespit etmiş mesela. 'Zaman'ı doğru kullanma günlük hayatımızda performansımızı ve yaratıcılığımızı yüzde 20 artırıyormuş. 500 milyon tweet'i inceleyen bilim insanları günümüzün öylesine geçip gitmediğinin aslında kendi içinde 3'e ayrıldığını ortaya çıkarmış: "Zirve, ani düşüş, geri dönme..."

Danimarka'da milyonlarca öğrenciyi inceleyen Harvard'lı bilim insanları öğleden sonra teste giren çocukların sabah girenlerden daha düşük notlar aldığını söylüyor. Duke Medival Center'da 90 bin ameliyatın incelendiği bir araştırmada öğleden sonra saat 15.00 civarı yapılan ameliyatlarda anestezi hatalarının sabah 08.00'de yapılan ameliyatlara göre 3 kat fazla olduğu tespit edilmiş...

ZAMANLARI ÖZLERİZ!

Spor yapacağımız saatten, işyerinde vereceğimiz kısa molanın dakikasına kadar 'zaman' her an her yerde 'kıymetini' gözümüzün içine sokuyor ama biz farkında değiliz! Öylece akıp giden bir şey zaman ve hiçbir şeyimizden onun kadar kolay vazgeçmiyoruz. O kadar ki vazgeçtiğimizin farkında bile değiliz!

"Tam otuz yıldır saatim çalışmış ben durmuşum..." diyen Necip Fazıl gibiyiz hepimiz; saatlerimiz çalışıyor, biz duruyoruz.

Spordan siyasete, sanattan ekonomiye her alanda başına hoşuna gitmeyen bir şey gelenin "Zamanlama manidar" diye vecizeler yumurtladığı bir ülkede, 'zaman'ı anlamaya çalışmak boşa zaman harcamak gibi geliyor ya neyse...

"Bir yerin özlemini duyduğumuzda gerçekte, o yere karşılık gelen zaman dilimini arıyoruzdur; yerleri değil zamanları özleriz..." katılıyorum. Hiçbir yeri özlemiyorum!

Ama geçen hafta sonundaki o 86 bin 400 saniyeyi geri getirmek isterdim.

İnsan zamanla, 'zamanın' kıymetini daha iyi anlıyor! Zamanının içini neyle doldurmak, neleri dışına atmak istediğini daha iyi fark ediyor.

Geçip giden zamanların en iyi yanı da bu galiba...

Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkürler...


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR