Ben Paris aşığıyım. Ama Cannes ve Monaca’ya da bir o kadar aşık oldum. Muhteşem iki yer… Hatta bayıldım bayıldım.

65. Cannes Film Festivali kapsamında arkadaşlarımla düştük yollara.




Turist gibi Cannes Film Festivali’ni yaşamak için.


Marlyn Monrooe’nin doğum günü pastasını üflerken çekilen bir fotoğrafı tüm şehri kaplamıştı. Zaten şehrin her sokağından her köşesinde bir film karesi fırlıyor gibiydi.




İlla ki, festivalin yapıldığı bölüme gidip film izlemenize gerek yok.




Tabii izlemekte muhteşem ama her dar sokakta bir etkinlik vardı. Ya iki hırsız bir arabanın önünü kesip soygun yapıyor ya da 40’lar da yaşayan bir film karesi de izliyor gibiydiniz.




Ayrıca kesinlikle gündüz ayrı gece ayrı muhteşem şık insanlar.


İnsan kendini keyifli ve güzel hissediyor.




Gece hayatı da bir o kadar olay.




Şampanya su gibi tüketiliyor. Zaten masalara şampanya ve votka atmak zorunluluğunuz var.




Sonra tabii peşi sıra geliyor.




Şehrin en popüler yerlerine gitmeyi ihmal etmedik. Hem restaurant hem de gece kulubu tüm mekanları gezdik deiyebiliriz.




Tek sevmediğim yer oldu o da VIP Room. Ona da gerçekten gitmek zorunda değildik ama o kadar popülere ki, görmesek olmazdı.


Gerçekten yemekler de pek bir güzeldi.




İtiraf ediyorum biraz rejimi bozdum.




Biraz ama çok değil. Son gün dayanamadığım artık.




Monaco’da biz gitmeden 3 gün önce açılan Cipriani’de her türlü güzel yemeği yedim. Özellikle tatlılara yamuldum evet evet yamuldum.




Ama tabii yeniden rejimdeyim. Yapacak bir şey yok. Yaz geldi..


Dikkat etmek gerek.




Film Festivali için şehrin her yeri tıklım tıklım doluydu. Bir de üstüne üstlük Monaco’da gerçekleşecek F1 yarışmaları için kalabalık zirve yapmıştı. 500 euro’luk odalar 4 bin 5 bin Euro arasında alıcı buluyordu.




E ne yaparsınız yarış sevdası. Böyle bir şey işte.


Ama şunu söylemeden de edemeyeceğim Monaco ve Cannes’de gördüğüm o muhteşem arabalardan sonra başka bar araba kesmeyecek sanki beni.




Markalarını ve modellerini bile telaffuz edemeyeceğim arabalar asfaltları ağlatıyordu benden söylemesi.




Bu arabaların sahiplerinin çoğu turist.




Ve sırf tatil sırasında kullanabilmek için özel tekneleri ile şehre gelmesini sağlamışlar.




Tabii bu da ciddi bir masraf. Bunu da söylemeden edemeyeceğim.

Ama işte yapacak bir şey yok. Lüksün sınırı yok. Önemli olan hayal kurmak, istemek ve uygulamak. Bir de yapacak imkanınız yani paranız varsa kim engel olabilir size.




O yüzden engele gerek yok. Hele ki Monaco’da her lüksün fazlası fazlasıyla yaşanıyor.




Keyifli bir şehir, keyifli, şık ve nazik insanlar. İnsana kendini iyi hissettiriyor.





İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR